55 yaşında bir grafiker Zülal.* 14 yaşından itibaren çalışmaya başlamış. Kuru temizleyiciden tekstil fabrikalarına oradan matbaa işlerine…Boşandığı kocasından kalan vergi borçlarını ödüyor hâlâ. Erkekler en bildiğin işi bile sana öğretmeye kalkıyorlar, diyor. Sigorta primleri eksik olduğu için emekli olamıyor. Olsa da nasıl geçinecek her şey ateş pahası…
Yaşamı güvencesiz çalışmayla geçen Zülal: “O güzel gelecek hiç gelmedi bizim için”

Zülal yaş alan kadınların işyerinde karşılaştıkları ayrımcılıkları açığa çıkarmak için yaptığımız, söyleşilerde tanıdığımız kadınlardan bir kadın. 55 yaşında 14 yaşında ücretli çalışmaya başlamış, uzun süredir çalışmasına rağmen emeklilik aylığının olmadığını anlatıyor. Bir süre eşiyle birlikte bir iş yapmışlar, şirket onun üzerine kayıtlı olduğu için kapatmak zorunda kaldıklarında tüm borç Zülal’in üzerine kalmış. Borç ödemeye devam ediyor. 2016 yılında boşanmış şu anda iki oğlu ile birlikte yaşıyor. Çocuklar yetişkin fakat iş bulamadıkları için annelerinin yanındalar…
Peki ne tür işler yapmış bugüne kadar? Şöyle özetliyor: “14 yaşımdan 22 yaşına kadar aslında çok fazla iş değiştirdim. Birbirinden farklı birçok alanda çalıştım. 22 yaşından itibaren de kendi işimizi yapmaya başladık. Ve o günden bugüne dönem dönem matbaacılık yaptım, tekstil yaptım. Ama ağırlıkla matbaacılık yaptım. Bu süreçte de aktif işletme sahibi oldum. Kazandığımız her şey gidince boşanma sonrasında serbest çalışmaya başladım. Ama tabii serbest çalışmamın hiçbir güvencesi yok.”
Geçmişteki çalışma koşullarından bahsetmesini istediğimizde günde 16 saat mesai yaptığını, hiçbir zaman 8 saat çalışmadığını hatırlıyor. 14 yaşında ilk çalıştığı yer bir kuru temizleme dükkanıymış. Tekstil atölyesi, hediyelik eşya dükkanı, bilgisayar firması, matbaa, film atölyesi, karanlık oda. Zamanında bir miktar para kazandığını ama eşinin onun kazandıklarının hepsini boş yatırımlarda harcadığını anlatıyor.
Zülal şu anda grafik tasarımcısı olarak çalışıyor. Yarattığı tasarımlar üzerinden fason üretim de yaptırıyor. Pandemiye kadar işlerin iyi gittiğini, kendini ve çocuklarını rahat geçindirdiğini söylüyor. Emekliliğine bir buçuk yıl kalmış, süreyi tamamlamak için ya bir işyerinde sigortalı ve güvenceli olarak çalışacak ya da çocukların biri üzerinden doğum borçlanması yapacak. Bir zamanlar kadınlara müjde diye sunulan doğum borçlanmasını pek çok kadın gibi onun da karşılayacak maddi gücü yok. “Çocuklarımdan birinin o doğum döneminin sigortasını, primlerini ödemem gerekiyor. O da tek çocuk 113 bin lira. İki çocuk da borçlanabiliyorsun. İki katı. Fakat aynı şey oluyor. İşte daha fazla iş günü ödemiş oluyorsun ama sonuç olarak alacağın maaş yine aynı oluyor. Bunu ödemem mümkün değil. Dolayısıyla o da böyle bir uzak hayal gibi.” Devlet sosyal hakları ücretli çalışan üzerinden nasıl para elde edebilirim, onu biraz da ben nasıl sömürürüm üzerinden kurguladığı için böyle fahiş ödemeler çıkıyor karşılarına. Size sosyal hak gibi sunulan bir uygulama, çoğu zaman gizli bir vergiye dönüşebiliyor. Yoksa nasıl döner bu israf çarkı.
İşe alınmayacağını düşündüğünden başvuru bile yapmıyor
Zülal’in kredi çekecek hali yok çünkü eski vergi borçları bitmemiş hâlâ, “Şöyle bir durum var. İşte yedi bin lirayla geçinmek gibi bir derdim var. Yani böyle bir şey söz konusu olamaz tabii. Olamıyor. Olabildiğince kendime iş yaratmaya çalışıyorum. Her dönem böyle oldu. İşte matbaacılık yaptım, boncuk yaptım, tekstil yaptım, elişi yaptım. Yani geçinmek için, para kazanmak için birçok şey denedim. Hâlâ da borçlara düştüğümde, kazanamadığımda farklı şeyler deniyorum.” Hayat boyu çabalayanlardan Zülal, fakat direncini yitirmiyor.
Artık sigortalı bir iş aramıyor. Kendi çocukları da dahil genç insanların iş bulamadığını görüyor. Ona sıra gelinceye kadar…Sigortalı işe baş vurduğunda yaş nedeniyle ayrımcılık yaşamış. Erken emekli oluyorlar, diye insanların emeklilik yaşını yükseltmeye çalışıyorlar fakat yaş alanların istihdamına yönelik herhangi pozitif ayrımcılık önlemi yok elbette. Piyasanın insafına bırakıyorlar işi: “Başvurdum mu? Evet başvurdum mesela kendi alanımda bazı işlere. Başvurdum ama tabii ki tercih edilmiyorum. Çünkü kendi yaptığım işte şu anda teknolojiyle bağlantılı bir iş olduğu için genç bir beyin, genç bir zihin tabii ki benden daha başarılı olacağı için tercih edilen bir eleman olmuyorum.”
Yaştan dolayı alınmayacağını düşündüğü işlere baş vurmaktan vazgeçmiş. Bir buçuk yıl çalışıp emekli olmayı tercih edeceğini belirtiyor. Fakat güvencesiz, kısmi zamanlı işlerin ücreti zaten düşük, bir de sigortayı nasıl ödesin? Tümüyle kısır döngü içinde.
Şimdiye kadar ödediği primlerin büyük bölümünün kendi işyerleri varken ödedikleri olduğunu, anlattıktan sonra Türkiye’de pek çok kadının ücretli çalışma biçimini gözler önüne seriyor: “Bir de bağ kurum var ki kendi ödediğin aslında. Onun dışındaki kalan zamanda zaten hiçbir sosyal güvencem olmaksızın İstanbul’da yaşamış bir insanım.” 41 yıldır durmaksızın hem evde hem işte çalışan Zülal’in hak ettiği bu olmasa gerek.
Son dönemlerde artan fiyatlardan o da şikayetçi. Zaten aldığı para gıdaya gittiği için gıdadan kestiğini, et almaktan vazgeçtiğini anlatıyor. Meyve de alamıyor, balık ta, “Yani insanın evine meyve alamaması ne demek? Yani düzgün bir masa, normal, sağlıklı insanların yiyebileceği bir masa kuramamak. Bu da sağlıksız. İstanbul’da büyümüş, İstanbul koşullarında büyümüş, birçok şeyi yaşamış, fark etmiş bir insan olarak. Sosyal hayatın yok. Tatil yapamıyorsun, eğlence hayatın yok. Yani insanlarla bir araya gelemiyorsun. Görüşemiyorsun.”
“Hep azın azına kaldık”
Kitap okumayı, her yaşta kendini geliştirmeyi seven bir kadın Zülal fakat kitap satın alacak durumda değil. Tiyatroya, sinemaya filan da gidemiyor. Hep gelecek daha güzel olacak diye hayal kurmuş ama bu bir türlü gerçekleşmemiş. “O güzel gelecek, gelmedi bizim için. Yani biz o güzellikleri yaşayamadık. Gittikçe daha pasif, daha kendi içimize çekilmiş vaziyette, daha çevremiz küçülmüş vaziyette, hep azın azı ile kaldık. Hani bu, hani yaşamak mı? Gerçekten tartışılır. Hayata pozitif bakan insanlarız. İki çiçeğe bakıp, onu da gidip çarşıdan alarak değil de fideleyerek büyüten insanlar olarak biraz daha hayatımızı renklendirmeye çalışıyoruz. Ama bu yaşamak değil ki.”
İki çocuğu büyümüş iş meselesini hallettikten sonra kendi hayatlarını kuracaklar. Onlardan yardım alabileceğini düşünmüyor. Zorlu geçim koşullarında belki kendilerini ancak idare edebilecekler. Ayrıca kimseye yük olmak da istemiyor.
Her taraftan kısıyor, daha az yemek, daha az giyim, daha az sosyal yaşam, bir taraftan da hasta olmamak için de çaba sarf ediyor. Ben ne yapacağım, sorusunun cevabı çok kaygılandırıyor Zülali “Evim yok, sigortam yok. Benim hasta olsam ne yapacağım? 60 yaşında öleyim yani. Gerek yok diyorum. Yani şimdi ne yapacağım yani. Yük olacağız biz ya 60 yaşında. Ne yapacağım diyorum yani. Dolayısıyla hayat benim için çok da böyle artık çok anlamında, önemi de yok yani. Tamam diyorum şimdiye kadar oldu. Ve daha da fazla bu hayatı meşgul etmeyeyim yani.”
“Sistem kadınları yalnızlaştırıyor”
Hayatının bu kadar çekilmez hale gelmesinde eski kocasının da katkısı olduğunu, yanlış bir adamla evlilik yaptığını, kocasının başarısızlıklarının bedelini kendisinin ödediğini söylüyor. Erkeklerden boşandıktan sonra pek çok kadın onların kredi kartı borçlarını, banka kredilerini ödüyor. Bu konuda pek yalnız sayılmaz Zülal.
Adamın verdiği zarar da öyle az buz değilmiş bir yandan da “Firmanın vergi borçlarının benim üzerime kalması, kazandığımız iki evin onun hataları yüzünden elimizden gitmesi… Yani benim dışımda gelişen bir sürü şeyle hayatın ortasında böyle 7 bin lirayla ne yapacağım diye düşünen bir insan haline gelmiş vaziyetteyim.”
Zülal Hanım pek çok kadının kendisiyle aynı şeyler yaşadığının bilincinde. Çalışma yaşamında kadınlara hak ettiklerini vermediklerini, sistemin kadınları yalnızlaştırdığını düşünüyor. Kısmi zamanlı işler konusunda bile bir mantık olmadığına dikkat çektikten sonra kadınları tamamen çalışma yaşamının dışına atan bir sistem olduğunu vurguluyor. Hele belli bir yaşa gelip, fiziksel olarak zorlandığın zamanlar, senin yapına uyabilecek hiçbir iş kalmıyor.
Çalışma yaşamının erkeklerin istekleri üzerine düzenlendiğine dikkat çektikten sonra iş süreçlerinde kadınlara yönelik baskı yaptıklarını da vurguluyor. “ İşimi organize edip telefonla ya da mesajla WhatsApp’la çözüyorum. İşte iş göndereceğim, iş yaptıracağım yeni bir yerle. Mesela bana işimi öğretmeye çalışıyor. Ben otuz beş yıldır bu işi yapıyorum. Her seferinde böyle bir üstünlük, böyle bir bilmişlik, böyle bir seni pasifize etme hali. Kendini kabul ettirmen de çok zor. Yani adam belki yarı yaşımda işte işi öğretmeye çalışıyor bana. Yaptığım hesabı bir daha yapıyor, yanıltmaya çalışıyor falan. Yani böyle şeylerle karşılaşıyorsun. Bir şekilde pasifize ediyor seni. Yani pasifize etmeye çalışıyor. Bir kadından iş almak onun onuruna, gururuna dokunuyor. Böyle bir memleket.”
“Bir banka hesabım bile yok”
Zülal’ın şu anda bir banka hesabı bile yok. Bir kez kredi kartı almış limiti 5 bin liraymış. Borca girmiş ama ödemiş kredi kartı borcunu. Çok borçlu ve bu durum onun emeğiyle kazandığı parayı serbestçe harcamasının önüne geçiyor: “Şu anda mesela banka hesabı açamıyorum çünkü bir tane emekli maaşım var, ona hacizli vergilerden hesabıma ekstra bir para geldiği anda bloke oluyor. Çalışırsam, öyle bir şey yaparsam elden almaya çalışıyorum.” Her yerden sıkıştırılmış hissediyor kendini. Serbest çalışıyor ama fatura kesemiyor. Bu da onun için ciddi sıkıntı çünkü firma fatura istiyor.
Bazen kendini kuru bir dal gibi hissettiğini söylüyor. “Hani kırılsam ne olur kırılmasam ne olur?” Çocuklar yeni bir iş imkanı, emeklilik gibi şeylere tutunuyor. Yani yaşadıkça devinmeye devam…
*Bu hikaye, Rosa Luxemburg Stiftung desteği ile hazırladığımız Yaşlı Kadınların Çalışma Koşulları araştırmasının çıktılarından hareketle yazıldı. Söyleşi yapılan kadının isteği üzerine isim değiştirildi.
Fotoğraf: Onedio










