14 sağlık örgütünün aile sağlığı merkezlerinde iş bırakmasına neden olan “eziyet yönetmeliği”nin kadın sağlıkçılarına etkilerini Dr. Sibel Uyan Kadınİşçi’ye anlattı. Yönetmeliğin kadınların gelirlerini azalttığını, iş yükünü artırdığını belirten Sibel, “Aile sağlık merkezlerinde çalışan kadınların, diğer kadınlara oranla meme kanserine yakalanma riskinin üç kat fazla olmasına rağmen bizlere dönük koruyucu önlemler yok” diyor.

14 sağlık örgütü, 6-10 Ocak arasında aile sağlığı merkezlerinde, 8 Ocak günü ise tüm sağlık kurumlarında iş bırakma eylemi gerçekleştirdiler. “Halkın sağlığını korumak ve geliştirmek istiyor musunuz? Hekimlerin, ebe, hemşire ve sağlık emekçilerinin sorunlarını çözmek istiyor musunuz?” diye sordular Sağlık Bakanlığı’na ve “Eziyete dönüşen Aile Hekimliği Performans ve Ödeme Yönetmeliği derhal geri çekilmelidir” dediler.
Kadınların daha yoğun olduğu sektörlerin başında gelen sağlık alanında birinci basamak sağlık hizmeti veren Aile Sağlığı Merkezleri’nin (ASM) bir diğer özelliği de diğer hastanelerde evdeki bakım yükü nedeniyle nöbete kalamayan kadın sağlık emekçilerinin tercih ettiği yerler olmasıdır. Ancak sağlık örgütlerinin “Eziyet Yönetmeliği” olarak tanımladığı yönetmelik ile kadın sağlık emekçilerinin gelirleri kuşa dönerken iş yükleri artırılıyor. İş bırakma eylemini, kadın sağlıkçıların ASM’lerdeki çalışma koşullarını 14 sağlık örgütünden biri olan Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) Aile Hekimliği Kolu (AHEK) Sekreteri Dr. Sibel Uyan ile konuştuk.
“ASM’ler sağlıklı ve güvenli değil”
TTB’nin de aralarında bulunduğu çok sayıda sağlık emek meslek örgütü üçüncü kez Sağlık Bakanlığı önünde bir araya geldi. Binlerce hekim, ebe, hemşire neden bugünlerde yine Sağlık Bakanlığı Bakanlığının önünde?
Çünkü Sağlık Bakanlığı’na sesimizi duyuramıyoruz. Çünkü konuşuyoruz; duymuyor, duymak istemiyor, anlamıyor, anlamak istemiyor. Biz birinci basamak içerisinde koruyucu sağlık hizmetlerini üstlenirken bu konuyla alakalı bizim önümüze hep engeller sunuyor. Sağlık Bakanı sürekli yaptığımız, yapacağımız işe engel olmaya çalışıyor. Malzeme temin etmiyor, hizmeti sunacağımız binalara ulaşamıyoruz. Baktığımız zaman deprem bölgesinde aile sağlığı merkezleri yok. Olanlar çok güvensiz. İstanbul’daki aile sağlığı merkezlerinin birçoğu sağlıklı ve güvenli değil. Malzeme yok diyoruz, aile planlaması diyor. Geçenlerde birinci basamak kurumlarında kadınlara göndereceğimiz aile planlaması malzemeleri yok, bebek yaşatacağız, aşımız yok. Dolayısıyla yapmak durumunda olduğumuz, yapmamız gerektiğine inandığımız işleri yapamıyoruz. Biz bunlarla uğraşırken Sağlık Bakanlığı bir gece vakti saçma sapan bir yönetmelikle yayınlayarak karşımıza çıkıyor. Buna itiraz ediyoruz.

“Hekime yönelik koruyucu sağlık hizmeti yok”
Siz buna zaten eziyet yönetmeliği olarak da adlandırıyorsunuz. Peki bu yönetmelik öncesi de dahil olmak üzere ASM’lerde kadın sağlık emekçileri hangi şartlar altında çalışıyor? Buralarda cinsiyet temelli ayrımcılığa ya da şiddete maruz kalıyorlar mı?
Cinsiyet temelli ayrımcılık bütün sektörlerde olduğu gibi sağlık sektöründe de var. Ama sağlık sektöründe çalışanların çoğunun kadın olduğunu düşünürseniz, burada problem yaşayanların çoğu kadınlar. Bir kere bizim yıllık izinlerimiz yok. Yıllık izin kullanmıyoruz. Yerimize bir arkadaşımız gelip bizim bütün işimizi, bütün yükümüzü üzerine aldığını, bizim kurumda olmadığımız dönemde yapmamız gereken bütün işleri kendi işlerinin yanında yapacağı sözünü vererek kağıt imzalıyor. Biz ancak o şekliyle kurumdan ayrılabiliriz. Bunun adı yıllık izin değil kabul edersiniz ki. Analık izni yok. Altı ay boyunca düşünün, biz ebeler, hemşireler, kadın hekimler, bebek gebelerimize ne diyoruz? Doğumdan sonra altı ay sadece anne sütü ver, altı aydan sonra ek gıdalara başla ama en az iki yıl emzir. Ama biz aile sağlığı merkezinde çalışanlar, kendi gebeliğimize dair bu olayı yaşayamıyoruz. Yani altı ay sadece anne sütü vereceğimiz şeklinde bir iznimiz yok. İki yıl boyunca anne sütünden mahrum etmeyelim dediğimiz bebeklerimize ayıracağımız bir zamanımız yok. Çünkü altı ay boyunca öncesini de düşünürseniz yedi-sekiz ay boyunca aile sağlığı merkezinde bir arkadaşınıza “ben yokum, yapmam gereken işleri kendi işlerinin üstüne ek olarak yapar mısın” diyemiyorsunuz. Bir erkek emekçi için bu söz konusu değil ama bir kadın emekçi bunu çok zor şartlarda yaşıyor. Bizler bunu yaptığımız zaman ertesi gün işe hiçbir şey olmamış gibi aynı motivasyonla, aynı enerjiyle işimizi yapmak durumundayız.
Birçok kurum kendini idare edebiliyor. Bir arkadaşımız yokken onun işi ötelenebiliyor. Ama bizde ötelenecek bir iş yok. Günlük işlerimiz var. Dolayısıyla biz gitmediğimizde yerimize bakan arkadaşın yükü çok artıyor. Birbirimize yük olmamaya çalışıyoruz. Çözümü nedir bunun? Bir kere biz yıllık izne gidiyoruz diye dilekçe veririz. İlçe sağlık ve diğer kurumlar da, çalıştığımız birime çalışan bir arkadaşı gönderir, o çalışan buradaki hizmeti götürür. Bunun çözümü budur. Bunun adı yıllık izindir. Ama Aile Sağlığı Merkezi çalışanlarının böyle bir şansı yok.
Onun ötesinde kanser taramaları dediğimiz zaman, vatandaşa yönelik bir koruyucu sağlık hizmeti olsa da sağlık emekçileri olarak bizlere yönelik koruyucu sağlık hizmetleri yok. Bakın yapılan bir araştırmaya göre ameliyathanede çalışan ebe, hemşire arkadaşlarımız, toplumdaki diğer kadınlarına göre üç kat fazla meme kanseri riski altında. Neden? Güneş görmüyor. Kapalı ortam da riski arttırıyor. Aile sağlığı merkezlerinin birçoğu güneş görmüyor. Kuruma sabah karanlıkta gidiyorsunuz, akşam karanlıkta çıkıyorsunuz. Çünkü iş bitmiyor. Çoğu kurum; bina altı, cami altı, apartman altı yerlerde. Şartlar ve koşullar kesinlikle insani değil. Bu koşulların düzeltilmesi, sağlıklı ortamda çalışmamız gerekiyor. Bundan en çok etkilenen kadın çalışanlar.
Diğer yandan bir dengesizlik var. Mesela Urfa’daki bir sağlık emekçisi düşünün, 120 tane bebeği var. 120 küsur bebeği izlemek, o bebeklerle ilgili işleri yapmak zorunda. Ama bu İstanbul’da farklı, İzmir’de farklı. Bu toplumun demografik özelliklerine bağlı çeşitliliğini bizler sağlık sisteminde dengesiz bir dağılım şeklinde kendi iş hayatlarımızda yaşıyoruz. Bunlardan, yerelin özelliklerine dair çözümlerle kurtulabiliriz.
“Bakım yükünün de üzerine kalması kadınları tüketiyor”
Sağlık çalışanı kadınlar açısından bu iş yükünün yanı sıra evde de bakım yükü devam ediyor. Siz de dahil olmak üzere kadın çalışanlar bundan nasıl etkileniyor sizce?
Aslına bakılırsa sağlık içerisindeki kadın emekçileri ekonomik anlamda orta sınıf. Orta sınıf bir ekonomik yapısı olan aile de çocuğunun bakımını başka bir yere verebilir. Ancak ücret karşılığı bu bakımı paylaşma şansınız bu ülkede orta gelirli kişilerde bile söz konusu değil. Kreşe veriyorsunuz. Koştur koştur kreşten alıyorsunuz akşam. Çocuğunuzun, evdeki diğer insanların bakımı tamamıyla kadının üzerinde. İşyerindeki yoğunluğun, nöbetin üzerine hem de. Düşünsenize ertesi gün o gün hem o çocuğun gideceği yeri dert ediyor hem ev işlerini dert ediyor. Ev temizliği, evin diğer işlerini başka bir yere devretme, o işi satın alma şansımız yok. Çünkü ekonomimiz çok iyi değil. Bu noktada ne oluyor? İşler genelde kadına kalıyor. Bu tabii daha çok yıpratıyor, daha çok tüketiyor. Bugün sağlık sektörüne baktığımızda gerçekten tükenmiş gözlere, buğulu sözlere tanık oluyorsunuz. Bunlar çok acı şeyler.

“Maalesef ne sabrımız ne motivasyonumuz kaldı”
Sağlık emekçilerinin eleştirisi yeni sözleşmenin hem iş yükünü artırdığı hem geliri azalttığı hem de sektörden istifaları artıracağı yönünde. Enflasyonun durumu da ortada. Bu sözleşme kadınların geçimini nasıl etkileyecek? İstifalar konusu kadınları nasıl etkileyecek?
Yoksulluğu Türkiye’nin genel politikalarından ayırmak mümkün değil. Biz daha önce SES ile birlikte TTB’li sağlık emekçileri olarak “vergide adalet, gelirde adalet” açıklamaları yaptık. Hükümet tercihini sermayeden yana kullanmıştır. Kendi yakınlarının, yandaşlarının sigorta borçlarını, vergi borçlarını affetmiştir, ötelemiştir. Ama emekçinin bir kuruş dahi yararına düşünmemiş, sürekli geçimini ve gelirini elinden almaya çalışmıştır. Hâlâ da bunu yapıyor. Mesela bugün araçlarımızı mecburen muayene ettirdiniz, bu işlemde dünyanın parasını kazanan araç muayene istasyonları vergi ödemiyor. Ama bizim aile sağlığı merkezinde çalışan ebe, hemşire arkadaşlar temizlik çalışan arkadaşlar 50 saat çalıştıkları için, 10 saat fazla çalıştığı için vergiye tabi. Dolayısıyla vergi dilimine giriyor, 50 saat çalışıp 40 saat çalışan kişinin parasını alıyor. Bu kabul edilebilecek bir sistem değil ama maalesef yaşadığımız bir sistem.
Şimdi aile sağlığı merkezinde hemşire arkadaşların çoğu buralarda, devlet hastanesine göre daha düşük ücretler alıyorlar ama yine de burada çalışmayı tercih ediyorlardı. Az önce söylediğimiz ev içerisindeki bakım yükümlülüklerinden kaynaklanıyor bu. Çünkü “nöbet tutmak istemiyoruz. Küçük çocuğumuz var, bebeğimiz var, okula giden çocuklarımız var” diyorlar. En azından gece çocuklarını evde yalnız bırakmamak adına aile sağlığı merkezine gelen hemşire arkadaşlarımız vardı. Ama o kadar düşürdüler ki ücretleri… Hastanede çalışan ebe, hemşire arkadaşın aldığı ücretin neredeyse yarısına geldi gelirleri. Öyle olunca her şeye rağmen nöbet tutmak pahasına artık aile sağlığı merkezlerinden istifa eden yüzde 15 civarında bir sayı olduğunu biliyoruz. Bize gelen rakamlar bu şekilde. Sözüm ona aileye kıymet veriyorlar. Sözüm ona aile onlar için çok kutsal. Ama sizin kendi ev hayatınızı iş hayatınıza entegre etmenize izin vermiyorlar. Kötü yani. Burada çok fedakar bir çalışma hayatına ihtiyacımız var. Yani hiçbir işi küçümsemiyorum. Burası biraz daha renkli, birebir vatandaşın içerisindesiniz. Burada gerçekten sabırlı, motive kişilere ihtiyacımız var. Ama maalesef ne sabrımız ne motivasyonumuz kaldı.
Fotoğraf: TTB









