Skip to main contentSkip to footer

“Suya, cereyana, boğaza çalışıyoruz”

Düzceli Ayşe İnce, 68 yaşında ve haftanın yedi günü sabah saatlerinden gece yarılarına kadar ekmek satarak geçim mücadelesi veriyor. İnce, “Satışlar durdu, iş yok. Suya çalışıyoruz, cereyana çalışıyoruz, boğaza çalışıyoruz, başka bir şey yok. Hayat bitmiş. Ben bu yaşımda bir ekmeğin peşinde koşuyorum” diye konuşuyor.

Ekmek parasını ‘ekmek satarak’ çıkarmaya çalışan Ayşe İnce, içimizdeki binlerce emekçi kadın gibi hayatla çetin bir mücadele içinde… Haftanın yedi günü sabahtan akşamın geç saatlerine kadar tezgah başında olan Ayşe Hanım, ay sonunda ne kadar kazandığını artık hesaplamadığını söylüyor… Sebebini şöyle açıklıyor, “Suya çalışıyoruz, cereyana çalışıyoruz, boğaza çalışıyoruz, başka bir şey yok. Hayat bitmiş kızım, bitmiş, Allah bundan sonrası için bize yardım etsin.”

Ev ekmekleri

Ayşe İnce ile İstanbul’un Beykoz ilçesindeki Anadolu Kavağı’nda bulunan Yuşa Tepesi’nde karşılaştım. Turistik ya da dini bir ziyaret için orada bulunmuyordu. Onun derdi, son 28 senedir olduğu gibi aynıydı; ekmek parası!

Yuşa Tepesi’nin sağ tarafında neredeyse 40 senedir kurulan tezgahlar artık yaptırılan dükkanlarla, daha derli toplu ve ergonomik görünüyor. Buna karşın esnafın ‘geçim’ telaşında değişen pek bir şey yok.

Ayşe İnce, bu yıl sanki daha bir kavurucu geçen 2025 Ağustosu’nda, başında Anadolu kadınının vazgeçilmezi tülbenti, üstünde çiçekli elbisesi ve önlüğüyle dükkanında sessizce oturuyor. Tezgahında ekşi mayalı ve tam buğday ‘ev ekmekleri’ var. Köy ekmeğini her zaman sevmişimdir, özellikle ekşi mayalı olanları… Bir tane almak istiyorum ama kararsızım… Ayşe Hanım’a hangisi daha lezzetli diye sorduğumda, bana şeker hastası olduğu için ‘tam buğday’ yediğini söylüyor. Daha sağlıklı olduğunu düşünerek ben de tam buğdaylısından satın alıyorum… Böylece sohbetimiz başlıyor… Önceleri kendisinin elleriyle yoğurup, yine kendi fırınında pişirdiği ekmekleri ilerleyen yaşı sebebiyle artık bir başına yapmakta zorlandığını söylüyor. Bu yüzden mahallesinde anlaştığı bir odun fırınından ekşi mayalı ve tam buğday ekmekleri satın alarak, üstüne ufak bir kar koyarak işine devam ettiğini anlatıyor.

“Satışlar durdu”

Ayşe İnce, Yuşa Tepesi esnafı arasında kıdemli olduğunu belirtmek istercesine, “Ben 1997’den beri aynı yerde aynı ekmekleri satıyorum” diye ekliyor. Tabii o zamandan bu zamana bulunduğu konumda epeyce bir değişime de şahit olmuş ancak bir kadın işçi olarak onu asıl ilgilendiren en büyük dert, ekonomi!

Geçmişe oranla satışların neredeyse durduğundan yakınan kadın işçi İnce, “Satışlar durdu, iş yok” diye adeta veryansın ediyor. Samimi dobralığı dikkat çekici olan Ayşe Hanım şöyle devam ediyor,

“Alım gücü düştü. Millet ev kirası mı verecek, elektrik su faturası mı ödeyecek, ekmek mi alacak, çocuk mu okutacak, ne yapacak? Ben de zorlanıyorum, 68 yaşında kadınım inan zorlanıyorum, iş yok. Aa bak, tezgahta 50 ekmek, satsan ne olur? Çoğu zaman bitmiyor bile… Cuma günleri dahi alım gücü yok artık, ama millet ne yapsın? İş yok.”

“Gelen transit geçiyor”

Hafta içi zayıf olan satışların hafta sonları değişebileceği ümidiyle bunu kendisine sorduğumda yine mutsuz bir ifadeyle olumsuz bir yanıt alıyorum, “Yok, hiç bekleme! İnan gelen transit geçiyor tezgahın önünden, ekmek almıyor. Ama ben kendimden pay biçiyorum. Bende yok ki, millette olsun, onlar da haklı.”

Dördü kız biri erkek beş çocuk annesi ve torun sahibi olan İnce, aslen Trabzonlu ama doğma büyüme Düzceli olduğunu söylüyor. Aslında büyüme derken, onun büyümesi öyle 18 – 20 yaşlarını bulmuyor. Yani, bu konuda da pek şanslı değil… Zira o da bir çocuk gelin! “Anam babam Trabzonlu ama Düzce’ye taşınmış. Ben de Düzce’de dünyaya geldim. 15 yaşında evlendirildim, İstanbul’a geldim. 16 yaşında anne oldum, ilk bebeğimi kucağıma aldım. Biri erkek beş çocuğum var. Dördü evli… ”

Herkesin bir çocukluk hayali vardır ama Ayşe İnce için o zamanlar çok geride kalmış, hem de hatırlayamayacağı kadar çok… Onun gündeminde tek mesele var, geçim!

“Eskiden iş vardı ama o zamanlar ekmek aslanın midesinde denirdi. Şimdi bence ekmek aslanın kuyruğunun, kuyruğunun, kuyruğunun da ucunda… İşler durdu, iş yok. Ama yine de dükkanımda, bu tezgahın başında satış yapmak için bekliyorum..”

Hal böyle olunca, ekonomik yönden çok zorlanan İnce’ye, “Çocuklarınız size yardımcı olmuyor mu?” diye sormak gereği hissediyorum. O da yine empati kurarak kendince haklı sebepleri sıralıyor. Çoğu zaman soruya soruyla karşılık verip yine kendisi yanıtlıyor, aynen şunları söylüyor: “Küçük kızım benimle ama o da nişanlı ve okuyor. Seneye düğünü var. Ona da para lazım, okutmak için. Sonra da çeyiz için. Diğer çocuklarım evli, ama dul da var. Yani çoluğun çocuğun evlenip ayrılırsa ne olur? Sana hayrı olur mu? Olmaz! Ne olacak? Biz de kendi yağımızla kavruluyoruz. Çok şükür evimiz kendimizin, ama eşim de felçli hasta. Şimdi evde. Ona da ben bakıyorum, ne yapayım? Herkesin Allah yardımcısı olsun. Çok şükür tezgah kendimizin.”

“Buralar çok güzel ama yaşayabilene”

Beykoz’da yaşayan Ayşe İnce, İstanbul’un en güzel ilçesinde yaşasa da hayat mücadelesinden başını kaldırıp pek etrafı görebilmiş değil. “Buralar çok güzel ama yaşayabilene…” dediğimde, iç çekiyor, “Bizim eşimiz emsalimiz cami cami geziyor, biz de burada bekliyoruz. Ne yapalım, bir ekmek parası. Buna da şükür. Allah kimseyi, kimseye muhtaç etmesin, çocuğum vallahi çok zor. Çok zor, hayat çok zor. İnan bana, suya çalışıyoruz, cereyana çalışıyoruz, boğaza çalışıyoruz, başka bir şey yok. Hayat bitmiş.”

Yine de insanların çalışması gerektiğini, para kazanmanın mühim olduğunu vurgulayan İnce, “Herkes çalışsın, çalışmadan ekmek yok. 68 yaşında bir ekmeğin peşinde koşuyorum. Allah, herkese rızık versin. Haftanın yedi günü buradayım, ne yapayım? Eşim de hasta. Sabahtan akşam geç vakitlere kadar işteyim…”

Bunca alınteri ve emeğin karşılığını hiç hesaplamadığını söyleyen İnce, ay sonunda ne kadar kazandığını sorduğumda, “Elime ay sonu ne geçecek? Fırından elli ekmek alıyorum, zar zor satıyorum. Hem parayı bir elinle satıyorsun diğerinden; elektriğe, suya, dükkanın kirasına veriyorsun. Para cepte durmuyor ki, masraflara gidiyor. Ne kalıyor? El elde baş başta… Karnımız doyuyorsa şükür olsun diyorum…”

Yazarın Diğer Yazıları

İlginizi Çekebilir

Son Yazılar