Betül Kocaaslan yaptığı araştırmada son yıllarda metal ve tekstil sektörlerinde yaşanan, kadın işçilerin öne çıktığı dört sendikalaşma mücadelesini ve işyeri önü direniş sürecini kadın işçilerle yaptığı yüz yüze görüşmeler yoluyla incelemiş. Sendikalı olmanın kadınları güçlendiren bir deneyim olduğunu görmüş. “Ama hayal kırıklığı da sürecin bir başka boyutu” diyor.
“Sendikalaşma ve direniş süreçleri kadın işçilerin hayatı için bir dönüm noktası oluyor”

Betül Kocaaslan hem dergimizin muhabiri hem de emek alanında çalışan bir araştırmacı. “Güçlenme ve Hayal Kırıklığı Arasında: 2020’ler Türkiye’sinde Kadın İşçilerin Sendikalaşma Mücadelesi” başlıklı yüksek lisans tezinde metal ve tekstil sektörlerinde yaşanan ve kadın işçilerin öne çıktığı dört farklı sendikalaşma mücadelesini inceledi. Betül, son yıllarda kadınların sendikalaşma mücadelelerindeki varlığı ve rollerinin giderek arttığına dikkat çekiyor. Kadın işçiler, düşük ücretlerin yanı sıra, işyerinde maruz kaldıkları cinsiyet temelli ayrımcılıklara, usta ve amirlerden gördükleri aşağılayıcı muameleye ve baskıya karşı da sendikalaşma mücadelesine girişiyorlar. İşyeri haysiyeti genel anlamda işçilerin mobilizasyonunu anlamada çok önemli bir kavram. Dünyadaki araştırmalar kadınların erkek işçilere göre işyerinde daha fazla haysiyet kırıcı davranışa maruz kaldığını gösteriyormuş. Betül de Türkiye’de yaşanan sendikalaşma mücadelelerini ‘cinsiyetlendirilmiş haysiyet’ olarak Türkçeleştirdiği kavram açısından da ele alıyor. Sözü ona bırakıyoruz.
Kadın işçiler güçlenme ve hayal kırıklığını bir arada yaşıyorlar
Tezinde 2020’ler Türkiye’sinde kadın işçilerin sendikalaşma mücadelesini inceledin. Üst başlığın “Güçlenme ve Hayal kırıklığı Arasında.” Belki senin açından sonda söyleyeceğini başta söylemek anlamına gelecek ama neden öne çıkan kavramlar güçlenme ve hayal kırıklığı oldu?
Ben tez çalışmamda 2020’li yıllarda yaşanmış dört farklı sendikalaşma vakasına odaklandım. Bu vakaların hepsindeki ortak özellik kadınların işyerinde maruz kaldığı cinsiyet temelli ayrımcılığa, ustaların hakaretlerine, baskılarına, mobbinge, düşük ücretlere karşı sendikalaşma mücadelesine girmiş olmalarıydı. Sendikalaşma ve direniş süreçleri, kadın işçilerin hayatı için adeta bir dönüm noktası oluyor. Bir kadın işçi, direniş sürecinde “hapishaneden çıkmış” gibi hissettiğini söylemişti mesela. Ben yaptığım görüşmelerde, sendikalı olmanın kadınları güçlendiren bir deneyim olduğunu fark ettim. Kadınlar sendikalı olduktan sonra işyerinde kendilerini daha özgüvenli, daha güçlü hissetmeye başladıklarını söylüyorlar. Hakları konusunda daha bilinçli hale geliyorlar, ustaların baskılarına karşı sesleri daha fazla çıkmaya başlıyor, çatışma yaşamaktan çekinmiyorlar.
Benim vakalarımın hepsinde kadın işçiler sendikalı oldukları için işten atıldılar ve fabrika önünde direnişe geçtiler. Bu direniş sürecinde de bu güçlenme devam ediyor kadınlar için. Kendi güçlerini fark ediyorlar. Birlikte olunca bir şeylerin değişebileceğini fark ediyorlar. Bu yüzden, güçlenme önemli bir kavram olarak öne çıkıyor.
Hayal kırıklığı ise sürecin diğer boyutu. Direniş süreçleri birçok zorluk ve belirsizlikle dolu oluyor genelde. Süreç uzadıkça, işçiler arasında gerilim ve çatışmalar artabiliyor, umudun ve heyecanın yerini pişmanlık duyguları alabiliyor. Bu süreçte işçiler, güvenip beraber yola çıktıkları sendikalarla da çeşitli çatışmalar yaşayabiliyorlar. Benim vakalarımda da kadın işçilerin bir kısmı sendikacılarla yaşadıkları çatışmaları aktardılar.
Tüm bu gerilim ve çatışmalar, kadınlar için büyük bir hayal kırıklığı anlamına geliyor. Çünkü kadınlar birçok zorluğu göze alarak sendikalaşmaya karar veriyorlar. Süreç içinde hem aileleri ile çatışma yaşıyorlar hem ekonomik olarak birçok sıkıntıyla baş ediyorlar. Borçlar, çocuk bakımı, ev içindeki tartışmalar…Bütün bu zorluklara ve süreçteki psikolojik zorluklara rağmen devam ediyorlar. O yüzden sendikacılarla yaşadıkları bir çatışma veya dışlanma hissi onlar için hayal kırıklığına yol açıyor. Kimi kadın işçiler için sürecin sonunda pişmanlık ve güvensizlik duyguları ağır basabiliyor.
Sonuç olarak, Türkiye’de yaşanan sendikalaşma mücadelelerinde kadın işçiler için güçlenme ve hayal kırıklığının bir arada ilerleyen iki süreç olduğunu söyleyebilirim.

Direnişlerde kadın işçiler önde
İki sektördeki, tekstil ve metal sektörlerindeki üç sendikada yaşanan sendikalaşma mücadelelerini incelemişsin. Neden bu iki sektörü seçtin?
Tekstil ve metal sektörleri hem Türkiye ekonomisi açısından hem de Türkiye’deki işçi eylemleri açısından çok önemli iki sektör. Tekstilde 2022 verilerine göre bakarsak Türkiye dünyada dördüncü büyük ihracatçı. Hazır giyimde de beşinci. O yüzden Türkiye ihracatında ve aslında 1980 sonrası sanayileşme sürecinde tekstilin çok önemli bir yeri var.
Tekstilde dünyadaki en büyük ihracatçılardan birinin Türkiye olmasının sebebi, Türkiye’deki ucuz işgücü ve sermayedarlar açısından bu piyasaya girişin kolay olması. Ve işçilerin tekstilde çok ucuza ve çok kötü şartlar altında çalıştırılabiliyor olması, kayıt dışı üretimin çok yaygın olması… Yine tekstil sektöründe işgücünün yoğunluklu olarak kadınlardan ve genç kızlardan oluştuğunu da biliyoruz.
Metal de Türkiye’nin ihracatı açısından önemli bir sektör. Özellikle otomotiv parçaları ve elektronik parça üretimi. Örneğin, Çinli elektronik firmalarının Türkiye’de giderek daha fazla fabrika açtıklarını ve burada üretim yapmaya başladıklarını biliyoruz. Bu açılardan metal de önemli bir sektör.
Ben hem ekonomideki payları hem de işçi eylemleri açısından önemli sektörler olduğu için bu sektörleri seçtim. Aynı zamanda Emek Çalışmaları Topluluğu’nda araştırmacı olarak yer alıyorum. Orada derlediğimiz 2015-2023 arasındaki verilere baktığımda metal sektörü işçilerin en çok işyeri temelli eylem yaptığı sektör. İşyeri temelli eylemden kastımız, işçilerin işyerindeki koşulları iyileştirmek için ya da işyerindeki herhangi bir soruna dair yaptıkları eylemler. Metal sektörü bu anlamda işçilerin en çok eylem yaptığı sektör. Bunun ardından gelen ikinci sanayi sektörü ise tekstil.
Tekstil zaten kadın işçilerin yoğunlukta olduğu bir sektör. Kadın işçilerin sendikalaşma deneyimlerini çalışırken bu sektörü seçmem anlaşılır bir durumdu. Ama metalde de giderek artan bir kadın işçi yoğunluğu var. Metal direnişlerinde de en önde kadınları görebiliyoruz. Bu yüzden bu iki sektörü karşılaştırmanın, bu işkollarında çalışan kadınların neler yaşadığına bakmanın anlamlı olduğunu düşünerek bu iki sektörü seçtim.
Kadın işçiler güven veren sendika arayışındalar
Çalıştığın örneklerde sendikalaşma mücadelesinin, kolektif eylemin sona ermesinin ardından kadın işçilerde sendikalara dair güvensizliğin oluştuğu örneklere de rastlamışsın. Açar mısın?
Benim araştırmamdaki vakaların çoğunda, kadın işçilerin bir kısmı sendikaların ayrımcılıklarına, ayrımcı tutumlarına da maruz kaldı süreç içerisinde. İşçiler arasında ayrımcılık yapıldığına şahit oldular, kimileri dışlandığını düşündü… Sendikalarla olumsuz deneyim yaşayan kadınlar, sürecin sonunda dönüp baktıklarında sendikalara karşı daha güvensiz hissettiklerini ifade ettiler. Ben birçoğuyla direniş süreci bittikten sonra görüştüm. Ve bu olumsuz deneyimi olan kadınlar şu tarz ifadelerde bulundular: “Sendikalara güvenmememiz gerektiğini öğrendik… İyi ki girmişiz böyle bir işe ama bir daha girmeyiz… Bir daha bu topa girmem hayatta… Ben bir daha hiçbir sendikaya güvenmem… Bir daha sendika denince diğer insanları da vazgeçirmeye çalışırım” gibi güvensizliklerini ifade eden cümleler kurdular. Bu tabi çok olumsuz bir durum kadın işçiler açısından. Çünkü bu güvensizlik kadınların sonraki çalışma hayatlarında tekrar bir sendikal örgütlenmeye girme ihtimallerinin azalması anlamına gelebiliyor. Yani aslında bir tahribattan bahsedebiliriz bu açıdan.
Kadınlar süreçte genellikle erkeklere kıyasla daha fazla risk ve zorlukla baş etmek zorunda. Daha fazla riski göze alarak bu sürece giriyorlar ve birden fazla cephede savaşıyorlar. Çok sayıda zorlukla baş ederek bir şekilde devam ediyorlar. Bu yüzden de süreç sonunda bu şekilde güvensiz hissetmeleri ya da pişmanlık, öfke hissetmeleri, sendikacılara dair ya da sürece dair, onların hayatlarını çok fazla etkiliyor. Yani kadınlar için bunun tahribatı daha yüksek olabiliyor.
Bir yandan bu olumsuz deneyimlerin kadınların sendikalara karşı eleştirel bir yaklaşım geliştirmesi anlamına da geldiğini düşünüyorum. Şunu söyleyen kadınlar da oldu: “Evet, sendikalara güvenmemem gerektiğini öğrendim, ama işçiyi yarı yolda bırakmayacağını bildiğim bir sendika olursa güvenebilirim, gerçekten bana güven verirse, sonuna kadar benim arkamda duracağını bilirsem, bana maddi destek olacağını bilirsem” diyerek farklı şartlarda yine sendikalaşma içerisinde olabileceklerini ifade ettiler. Aslında başka türlü bir sendikal anlayışı isteyen ya da bunun için çalışılması gerektiğini söyleyen kadınlar da oldu. Yani aslında tamamen örgütlü mücadeleden geri çekilme gibi bir durum olduğunu da söyleyemeyiz. Ama kendi deneyim yaşadıkları sendikalara karşı daha eleştirel ve daha öfkeli tutum sergiliyorlardı.
Sendikaların kadın işçilerle ilişkileri iyi değil
Tüm dünyadan ve Türkiye’den literatür taraması da yapmışsın. Sendikaların kadınlarla kurduğu ilişki üzerine biri 1976, diğeri ise 2016 tarihli iki akademik çalışmayı anıyorsun. Bu seçtiğin çalışmalarda yansıdığı şekliyle dünya genelinde sendikaların kadın işçilerle kurduğu ilişki açısından neler söylenebilir?
Dünyada da sendikaların kadınlarla kurduğu ilişki tarihsel olarak hep sorunlu bir ilişki olmuş. Kadınların sendikalardaki temsili, karar alma mekanizmalarına katılımı birçok ülkede sıkıntılı. Aslında bunun üzerine de birçok çalışma var literatürde. Neden kadınlar sendikalardan hep dışlanmış, bu ilişki neden hep bozuk bir şekilde ilerlemiş bugüne kadar? Bu konuda aslında farklı teoriler var. Mesela Heidi Hartmann[i] kadınların dışlanmasını patriyarka ile açıklıyor. Sendikalar patriyarkayı devam ettiren kurumlardan bir tanesidir diyor Hartmann. Erkeklerin egemen olduğu sendikalar, erkeklerin daha yüksek ücretli, daha iyi şartlardaki işlerde çalışmasını bir şekilde sağlar ya da bunu güvence altına alır. Kadınlar ise ya sendika üyeliğinden dışlanırlar ya da kadınların daha düşük ücretli ve daha kötü koşullardaki işlerde kalması sağlanır. Bu şekilde ev içindeki erkek egemenliği de sağlama alınır şeklinde bir argümanı var Hartmann’ın. Bu tezin yanı sıra sendikaların durumunu sadece patriyarka üzerinden açıklamayan tezler de var. Örneğin Ruth Milkman, sendikalar üzerine çok fazla çalışması olan önemli bir Amerikan sosyolog. Milkman, sendikaların örgütsel yapısına da bakmamız gerektiğini söylüyor bu ilişkiyi anlayabilmek için[ii]. Sendikalar sadece patriyarkayı devam ettirmek için, sadece erkek egemenliğinin hâkim olduğu yerler olduğu için değil, aynı zamanda sermaye karşısında genellikle daha güçsüz bir konumda oldukları için daha özgün talepleri olan grupları dışlama eğilimindedir diyor Milkman. Ben de kendi çalışmam da bu argümanları bir arada tartıştım…
Türkiye’de sendikalarla kadın işçilerin ilişkilerinin çok iyi durumda olmadığını biliyoruz. Aslında ilk örgütlenme aşamalarında, yani kadınların sendikalara üye olma aşamalarında bu ilişkiler görece iyi ilerliyor, çok bir sorun görmüyoruz. Asıl sorunlar daha çok toplu sözleşme süreçlerinde ya da direnişin ileri safhalarında patronla bir anlaşmaya varılacağı zamanlarda yaşanıyor. Toplu sözleşme sürecinde kadınlar ya dışlanıyor ya da çatışmalar yaşanıyor. Neden? Çünkü o aşamada sendikanın asıl hedefi toplu sözleşmeyi imzalayabilmek ve o anlaşmayı yapabilmek. O aşamada süreci tehlikeye atabilecek, süreci sekteye uğratabilecek her şeyi bir tarafa koyma eğiliminde olabiliyor sendikalar. Buna kadınların talepleri, kadınların varlığı da dahil oluyor. Direnişin taşıyıcıları kadın işçiler dahi olsa, TİS sürecinde anlaşmayı erkekler konuşuyor, tartışıyor, anlaşmayı imzalıyor… Örgütsel yapı analizi, biraz sendikaların örgütsel koşullarına da bakmak gerektiğini iddia ediyor. Öte yandan, sendikaların erkek kültürüne alan açan yapılar olduğuna dair daha kültürelci tezler de var.
Ben kendi çalışmamda, kadınlarla sendikalar arasındaki ilişkinin hem patriyarkadan hem de sendikaların örgütsel yapısından kaynaklandığını iddia ettim. Yani kadınlar o erkek sendikacıların erkekliğine, o üstenci erkek dile maruz kalıyor direniş süreçlerinde. Bu patriyarka ile alakalı. Bir yandan da onların yaşadıkları, sendikaların yapısı ve mobilizasyonun hangi aşamasında olunduğu ile alakalı bir durum. Biraz önce bahsettiğim örgütlenme, direniş sürecinin başlangıcında gayet iyi olan ilişkiler, direniş bitirileceği zaman ya da toplu sözleşme yapılacağı zaman bir anda bozulabiliyor. Bu da aslında sadece patriyarka ile açıklayamayacağımız bir durum, böyle diyor Milkman ve ben de bu boyutun da incelenmesi gerektiğini düşünüyorum.

“İşyeri haysiyeti, cinsiyetlendirilmiş haysiyet”
Yine yaptığın literatür taramalarında işyeri haysiyeti kavramı ve cinsiyetlendirilmiş haysiyet üzerine çalışmalara da değindin. İncelediğin akademik çalışmalarda ve kadın işçilerle yaptığın görüşmelere yansıdığı şekliyle kadınlar sendikalaşma mücadelelerinde nasıl bir cinsiyetlendirilmiş haysiyet arayışı içerisinde oluyorlar?
Ben tez çalışmamda kadınların sendikalaşma motivasyonlarını da araştırdım. Kadınlar bütün riskleri alarak, işten atılma riskini alarak, uzun dönemli bir işsizlik riskini göze alarak, neden bu sendikalaşma işine girişiyorlar? Buna dair iki temel sebep gördüm. Biri ücretle alakalı. Düşük ücretler ve cinsiyet temelli ücret ayrımcılığı kadınların sendikalaşma sebepleri arasında öne çıkıyor. Kadınların aynı işi yapmalarına rağmen erkeklerden daha düşük ücret almaları onları sendikalaşmaya iten motivasyonlardan biri. Ücret meselesi çok kritik. Ama konu kadınların sendikalaşması olunca sadece ücret üzerinden düşünmek yeterli değil. Çünkü kadınların işyerinde maruz kaldığı cinsiyetçi baskılar ve haysiyet kırıcı muameleler kadınların sendikalaşma kararını vermesinde çok etkili oluyor. Benim görüştüğüm kadın işçiler de işyerinde uğradıkları tacizlerden, amirler ve ustalar tarafından kötü muameleye maruz kaldıklarından bahsediyorlardı. Hakarete maruz kalmalar, üretim alanında herkesin içerisinde küfürler, aşağılamalar… Bunlara maruz kalıyor kadınlar. Sürekli tutanak tehdidi ile karşı karşıya kalıyorlar. Sürekli baskı altında çalışıyorlar. Tuvalete gitmelerine kimi yerlerde izin verilmiyor ya da dakika tutuluyor. Sürekli bir haysiyet kırıcı muamele ile karşı karşıyalar aslında. Ve bunlar kadınlar için çok kritik durumlar oluyor.
Bu muameleye maruz kalan kadınların öfkesi artıyor ve bu çalışma koşullarında devam etmek istemiyorlar. Görüştüğüm bir kadın işçi, “Ustanın ben tuvaletteyken kapımı tıklamasını istemiyorum” demişti. Sürekli hakarete, küfre maruz kalmak istemiyor kadınlar. Yani bu haysiyet meselesi kadınlar için öne çıkan bir mesele oluyor. Erkek işçiler için de bu öyle ama kadınlar için bu cinsiyet temelli ayrımcılıklar, erkek ustaların erkek yöneticilerin erkeklikleri ve kadınlara yönelik tavırları onları sendikalaşmaya itiyor. Birkaç alıntıyı söyleyebilirim. “Bana insan gibi muamele yoksa ben de sırtımı sendikaya dayarım dedim” diyen bir kadın işçi vardı. Ya da fabrikada cinsel obje olarak görülme kadınları çok etkiliyor. Diğer erkek işçilerin ya da ustaların bakışları, tacizleri, sözel ya da fiziksel tacizleri kadınların kolektif mücadele etme isteklerini artıran bir şey oluyor. Bu şekilde çalışmaya devam etmek istemiyorlar ve bir şekilde mücadeleye girişiyorlar.
İşyeri haysiyeti, mobilizasyon literatüründe de çok önemli bir kavram. Randy Hodson isimli sosyolog haysiyet kavramının mobilizasyon için çok kritik olduğunu ortaya koymuştu.[iii] Ama son yıllarda yapılan bazı çalışmalar işyeri haysiyetinin cinsiyet boyutunu da araştırdı. İngilizcesi “gendered dignity” olan kavramı Türkçe’ye cinsiyetlendirilmiş haysiyet olarak çevirdim.
Yapılan araştırmalarda kadınların erkek işçilere göre işyerinde daha fazla haysiyet kırıcı davranışa maruz kaldığı, o yüzden de o işyeri haysiyetini daha az hissettikleri sonucuna ulaşılmış.[iv] Bu da aslında bu meselenin kadın işçiler için daha kritik bir durum olduğunu ortaya koyuyor. Son zamanlarda kadın işçilerle yapılan röportajlarda da bunu görüyoruz. Kadınların en önemli örgütlenme sebeplerinden biri aslında bu haysiyet meselesi oluyor. İşyerindeki kötü muamele, cinsiyetçi muamele oluyor. İnsanca muamele talebi oluyor daha doğrusu. Kadınlar insanca bir muamele görebilmek için örgütleniyorlar. Ücret, maddi koşullar kimi zaman arka planda bile kalabiliyor. O ustadan gördüğü aşağılayıcı muameleye, kadın olduğu için yaşadığı haksızlığa öfkelenip sendikalaşmaya karar verebiliyor, greve katılmaya karar verebiliyor.
“Direnişler kadın işçilerin özgün taleplerinin yükseldiği süreçler oluyor”
Tezini tamamlamanın sonrasında, halen benzer sendikalaşma mücadelelerinde kadın işçilerin yaşadıkları üzerine haberler yapıyorsun Kadın İşçi için. Yeni gözlemlerin ile tezinde yaptığın gözlemler çakışıyor mu? Son dönemden paylaşmak istediğin yeni gözlemlerin var mı?
Evet, son dönemde Kadın İşçi için yaptığım röportajlarda da tezimin çıktılarına benzer sonuçlarla karşılaşıyorum. Türkiye’nin çok farklı bölgelerinden kadın işçilerin çalışma koşulları, maruz kaldıkları cinsiyet temelli haksızlıklar ve bunlar karşısında mücadele etme motivasyonları oldukça benzeşiyor. Yukarıda da vurguladığım şekilde, kadın işçiler en temelde insanca muamele gördüğü, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alındığı, tacize ve mobbinge maruz kalmadıkları bir çalışma ortamı için sendikalaşmaya karar veriyorlar. İzmir’de hala devam eden Digel Tekstil ve Temel Conta işçisi kadınların direnişi de bu talepleri ön plana çıkaran direnişlerden bazıları. Yakın zamanda HepsiJet depo işçisi kadınlar da tacize karşı direnişe geçtiler ve kazanımlar elde ettiler. Bu bağlamda, kadın işçilerin direnişi ücret talebiyle sınırlı kalmayan, birçok özgün talebin yükseltildiği süreçler oluyor.
Akademik alanda devam etmek istediğini biliyorum. Hangi konularda çalışmalar yapmak istiyorsun?
Kadınların sendikalaşma ve direniş deneyimlerine dair çalışmaların devam etmesi gerekiyor. Türkiye’de son yıllarda kadınların sendikalaşma mücadelelerindeki rolü ve varlığı giderek artmasına rağmen, akademik çalışmalar hala çok yetersiz. Farklı işkollarında kadın işçiler neler yaşıyor, işyerinde örgütlenme süreçlerinde ne gibi zorluklarla karşılaşıyor ve ne gibi stratejiler geliştiriyorlar, direniş süreçleri kadınlar için ne anlam ifade ediyor, sendikalarla yaşanılan olumsuz deneyimleri tersine döndürmenin imkanları neler gibi sorular hala nitelikli araştırmaları hak ediyor. Ben de bundan sonraki çalışmalarımda, petro-kimya, gıda, lojistik gibi sektörlerde kadınların örgütlenme süreçlerine odaklanmak istiyorum. Ben çalışmamda yalnızca ana akım sendikaların örgütlenme vakalarına bakabilmiştim, bu sendikaların kadın işçilerle kurdukları ilişki oldukça benzeşiyor. Son dönemde yükselişe geçen bağımsız sendikalar ana akım sendikalardan ne ölçüde farklılaşıyor, buna da bakılması gerekir. Kadın işçilerin bağımsız sendikalarla kurdukları ilişkinin yeni çalışmalar ile incelenmesi önemli.
[i] Hartmann, H. (1976). Capitalism, Patriarchy, and Job Segregation by Sex (Kapitalizm, Patriyarka ve İşlerde Cinsiyete Ayrımcılık). Signs, Vol,1:3.
[ii] Milkman, R.,(2016). On gender, labor, and inequality (Toplumsal cinsiyet, emek ve eşitsizlik üzerine). University of Illinois Press.
[iii] Hodson, R. (2001). Dignity at Work (İşyerinde Haysiyet). New York: Cambridge University Press.
[iv] Roscigno, V. J., Yavorsky, J. E., ve Quadlin, N. (2021). “Gendered dignity at work”(“İşyerinde Cinsiyetlendirilmiş Haysiyet”), American Journal of Sociology, 127(2), 562–620.; Crowley, M. “Gender, the Labor Process and Dignity at Work” (“Toplumsal Cinsiyet, Emek Süreci ve İşyerinde Haysiyet”), Social Forces, 91 no.4 (2013): 1209-1238










