Skip to main contentSkip to footer

Oğlum nerede?

“Emine Ocak’ı haklı kılan, ona sahip olduğu gücü veren, öfkesini besleyen şey zulüm politikalarıydı. Onun sesinin kamuoyunda güçlü yankılanması elbette direnişinin gücünden geliyordu ama katillerin ödüllendirildiği fikri de kamuoyunda yaygındı. Emine Ocak katillerin üzerine ışık tuttu, onları ve arkalarındaki güçleri teşhir etti bir bir her hafta sokağa çıkarak.”

Sözümüz Var

1995’in Mart ayında (12-16) yaşanan Gazi katliamı tıpkı 1993 yılında Sivas Madımak katliamı gibi organize bir katliamdı. 1990’lı yıllar devlet politikalarının simgesel temsili olan “faili meçhul” cinayetler, peş peşe katliamlar, insan kaçırmalar, beyaz Toroslar ve gözaltında işkenceler dönemidir.

Benim de içinde yer aldığım kuşak 1980’lerin ortasında ortaokula henüz gitmeye başladığı yıllarda eğer siyasetle uzaktan bile ilgileniyorsa ya da evinde, çevresinde ilgilenenler varsa karakollarda, emniyet müdürlüklerinde işkencelerin olduğunu, işkencelerde devrimcilerin öldürüldüğünü bilirdi. İşkence çok sıradandı. İnsanlar emniyet müdürlüğü binalarının pencerelerinden atılır, gazeteler “intihar etti” diye yazardı. Şimdilerde kadınların balkondan, pencereden “düştüğü” haberleri nasıl yapılıyorsa aynı.

O yıllarda da tıpkı 1970’li yıllarda olduğu gibi anneler, babalar, kardeşler, eş, dost gözaltına alınan yakınlarının akıbetini öğrenmek için canla başla koşturuyordu. İşkence herkes tarafından bilinen bir ‘sır’dı. İşkencede öldürmeler de. Bu konuda çekilmiş çok sayıda filim, yazılmış çok sayıda kitap var. Anlatılanların haddi hesabı yok. Siyasetin bahsedilen ama duyulmayan gerçeği idi gözaltında işkence ve öldürmeler. Öyle ki işkence ile nam salmış şubeler, köşkler, cezaevleri vardı. 1970’li yılların Ziverbey Köşk’ü, 1980 askeri darbesi sonrası Ankara DAL, İstanbul Gayrettepe 1. Şube, Diyarbakır ve Mamak cezaevleri bunlardandı.

90 güne (bir mevsim) kadar uzatılan gözaltı süreleri, bazen daha uzun süreler boyunca insanlara işkence yapılıyor, kadın erkek tecavüze uğruyor, sistematik işkencenin yanı sıra sistematik cinsel tacizler yapılıyor, devrimciler öldürülmediyse eğer sakat bırakılıyor, hayat boyu sağlık sorunları yaşayacak şekilde işkence yapılıyordu. Özellikle 1970’lerden bu yana işkenceler nedeniyle sağlık sorunu yaşayan binlerce devrimci bulunmakta.

Kadınlar önde

1986 yılında İnsan Hakları Derneği (İHD) işte böyle bir siyasi atmosfer içinde kuruldu. İHD’nin kuruluş gerekçesi Türkiye’deki insan hakları ihlalleriydi. Dernek buna karşı mücadele verirken defalarca saldırıya uğradı, dernek çalışanlarına karşı suikastlar düzenlendi.

12 Eylül askeri darbesi sonrası artan işkenceler ve kötü muamelelere karşı mücadele eden İHD’nin eylemleri sırasında hayatını kaybeden Didar Şensoy Türkiye devrimci mücadelesinde kendisinden sonraya direniş mirası bırakan apayrı bir kişilik ve çok kıymetli kadın devrimci, insan hakları savunucusudur. Türkiye’de Kürt hareketi, sosyalist hareket gibi karma alanda mücadelede kadınların öne çıkması, mücadelenin simgesi olma geleneği İHD’de de devam etmiştir. Didar Şensoy, Emine Ocak, Eren Keskin bu kadınlardan sadece birkaçıdır.

Yugoslavya’da devrime katılan Didar Şensoy, 12 Eylül öncesinde Türkiye’ye gelir. 12 Eylül sonrasında tutuklanan kardeşine sahip çıkarken, gözaltı ve cezaevlerinde yaşanan haksızlıklara tanıklık eder. Bu konularda bir şeyler yapmak için İHD kurucuları arasında yer alır. 1987 yılında Dünya Barış Günü nedeniyle İHD’nin Meclise dilekçe vermek için düzenlediği eylemde polis şiddeti nedeniyle şeker komasına girerek yaşamını yitirir. İnsan hakları savunucusu bir kadın TBMM’nin önünde devlet şiddeti nedeniyle hayatını kaybeder.

Hem haklı hem cesur

Türkiye’de baskı ve zulüm uzun yıllar devrimci muhalefeti, işçi sınıfı mücadelesini, grev ve 1 Mayısları yasaklamak, Kürtleri, kadınların mücadelesini bastırmak için sistematik olarak kullanıldı.

Emine Ocak’ı haklı kılan, ona sahip olduğu gücü veren, öfkesini besleyen şey bu zulüm politikalarıydı. Onun sesinin kamuoyunda güçlü yankılanması elbette direnişinin gücünden geliyordu ama katillerin ödüllendirildiği fikri de kamuoyunda yaygındı. Emine Ocak katillerin üzerine ışık tuttu, onları ve arkalarındaki güçleri teşhir etti bir bir her hafta sokağa çıkarak.

İşkence ve gözaltında kayıp politikalarının sıradanlaştığı, katillerin, işkencecilerin maddi manevi desteklendiği, hukukta cezasızlıkla ödüllendirildiği yıllardı. Böyle bir ortamda tüm engellemelere rağmen, saldırılara ve devlet şiddetine rağmen korku salınan, susturulmaya çalışılan bir toplumun isyankar simgesine dönüşüverdi kısa sürede Emine Ocak.

Beyaz Torosçular, işkenceciler siyasetçilerin söylediği gibi teşkilatın içindeki birkaç kötü polis değildi. Onlar özellikle bu işleri yapmak için yetiştirilmiş, dokunulmazlıkları olan özel birimlerdi. Mücadele yükseldikçe karanlıkta bırakılanlar parça parça ortaya çıkıyordu.

1990’larda Doğu ve Batıda özellikle katliamların, karışıklıkların, saldırıların olduğu yıllarda iktidarda kimlerin olduğuna, bakanlıklarda kimlerin yer aldığına baktığımızda aynı isimlere rastlamak bu nedenle sürpriz değil. ANAP, DYP, Refah Partisi, DSP, SHP, CHP… Kısaca hepsi oradaydı. 1993 Madımak katliamında Tansu Çiller Başbakan, Erdal İnönü Başbakan Yardımcısı idi. Yani DYP ve SHP hükumetteydi. Süleyman Demirel Cumhurbaşkanıydı. 1995 Gazi katliamında yine Demirel, cumhurbaşkanıydı. Başbakan Tansu Çiller’di, yardımcısı SHP’li Murat Karayalçın idi.

Karakolda Filistin askısı var

1990’ların sonlarına doğru Başbakanlığı döneminde “demokrat” Ecevit devletin bazı yasadışı oluşumları olduğu konusunda bilgi aldığını ama bu yapıların denetim dışı olması nedeniyle sınırlı müdahale edebildiğini söylemişti. Aynı dönemde Susurluk Skandalı da patlak verince bu tür oluşumlar gün yüzüne çıkmış, siyasal çürüme toplumun ayaklarının altına dökülüvermişti.

Ecevit’in yasadışı organizasyonlara karşı “çaresiz” olduğu sırada DSP Milletvekili ve TBMM İnsan Hakları Komisyon Başkanı Sema Pişkinsüt devletin cezaevlerine ve karakollara yaptığı ani baskınlarla işkence aletlerini (Filistin askısı, falaka, telefon) bulup basına gösteriyor, meclise getirerek işkencenin varlığını ispatlıyor, kaleme aldığı raporunu kamuoyuyla paylaşıyordu.

DSP’nin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk “külliyen yalan” diyerek sistematik işkencenin üzerini örtmeye çalışmakla kalmıyor Pişkinsüt için “Yasadışı örgütlerin dilini kullanıyor” diyerek onun yaptığı işi değersizleştirmeye çalışıyordu. Bu tavrı ile F Tipi Cezaevleri ve planlı bir başka katliam olan “Hayata Dönüş Operasyonunda” alacağı tavrın ipuçlarını da göstermiş oluyordu. Yine Pişkünsüt’ün dokunulmazlığının kaldırılmasını savunmuş, bu konuda fezleke hazırlanmasına destek vermişti.

Partisi DSP’de Pişkinsüt’e baskı yapıldığı ve siyasi olarak önünün kesildiği herkesçe bilinen bir gerçek.

Emine Ocak’ın ısrarı ve cesareti

Oğlu Hasan Ocak, Gazi Katliamı sonrasında gözaltına alınıp işkenceyle öldürüldüğünde Emine Ocak ve Ocak ailesinin çıktığı arayışta karşılarında böyle devasa bir devlet, onun organizasyonları ve geleneği vardı. Emine Ocak’ın oğlunu arayan anne ısrarı, bu mücadeledeki gözü karalığı, devletin on yıllardır devam eden insan kaçırma, işkenceyle öldürme, gözaltında işkence gibi devrimci muhalefeti korkutma, sindirme, uslandırma çaba ve yöntemlerini sağır kulaklara duyurdu. Bu durum sorumluları rahatsız etmekle kalmadı, kaygılandırdı da. Beklemedikleri bir dirençle karşılaşınca Hasan Ocak’ın işkence görmüş bedenini annesine teslim etmek zorunda kaldılar. Kimsesizler mezarlığı, gözaltında işkence ile öldürülen başka insanların varlığı gündem olmaya devam etti. Hakikatin üstü örtülemedi.

Onun, oğlunun akıbeti hakkındaki hakikat arayışı, ülkenin hakikatine ışık oldu. Hakikat arayışındaki ayrı ayrı boncuk taneleri Galatasaray Meydanı’nda yan yana geldi. Devasa bir mücadele verdiler. Uslanmadılar. Susmadılar. Korkmadılar. Babaları kaybedilirken anne karnında olanlar doğup büyüdü, aynı meydanda, aynı soruyu sordular. Neredeler?

Böylece ülkenin en ünlü meydanlarından biri Cumartesi Anneleri/İnsanları Meydanı adını aldı. İnsanlar şehir dışında gelen arkadaşlarıyla Galatasaray Meydanı’ndan geçerken “İşte burası Cumartesi Anneleri/İnsanlarının oturduğu yer” diyor. Otuz yıllık direniş toplumun hafızası oldu.

Elbette bir gün o meydana Cumartesi Anneleri/İnsanları Meydanı adı verilecek ve Emine Ocak’ın heykeli dikilecek. Sokaklarında, alanlarında, meydanlarında kadınların yeterince yer alamadığı ülkede kadınlar ve mücadeleleri biraz daha görünür olacak. Tüm asaleti, öfkesi ve şefkatiyle.

Bir kere daha verdiğin büyük mücadele karşısında minnet ve saygıyla… Sevgili Emine Ocak.

Fotoğraf: Gazete Kritik

Yazarın Diğer Yazıları

İlginizi Çekebilir

Son Yazılar