New York’ta devam eden BM Genel Kurulu’nda nefret söylemleri ayrımcılığı kurumsallaştırırken, yerel yönetimler de LGBTİ+’lara, onları yok sayan ayrımcı bir kent deneyimi yaşatıyor. Özgür Renkler Derneği’nin Bursa örneği raporları bu açıdan oldukça çarpıcı

22 Eylül’de başlayıp 29 Eylül’de sonlanacak olan Birleşmiş Milletler 80. Genel Kurulu toplantısı bu yıl toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri açısından birçok gelişmeye sahne oldu. Ortadoğu’da hâlâ kaynayan kazan olan Suriye’de, Irak’ta kadın ve LGBTİ+’ları katleden, kaçıran, köle pazarlarında satan selefi çetelerin liderlerinden Ahmed El Şara, 58 yıl sonra BM toplantılarına katılan ilk “Suriye lideri” oldu. Yine geçtiğimiz yılki genel kurulda BM Ailenin Dostları Grubu’na (GoFF) üye olan Türkiye adına bu toplantıya, bu yıl Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile giden Emine Erdoğan, “Birlikte Daha İyiye: Aileden Başlayan Küresel Dayanışma” isimli bir etkinliğe katıldı. Burada “İklim krizi, savaşlar, popüler kültür endüstrisi, cinsiyetsizleştirme gibi küresel tehditler, aile kurumunu derinden sarsıyor” şeklindeki ifadelerle LGBTİ+’ları hedef gösterdi. Bu etkinliğe LGBTİ+’lara dönük nefret dolu uygulamalarla gündeme gelen Rusya’dan Macaristan’a birçok ülkeden de temsilciler katıldı. Bir bütün olarak bakıldığında BM Genel Kurulu da LGBTİ+’lara dönük ayrımcılığın beslendiği, desteklendiği bir alan oldu.
New York’taki bu genel kurulda ayrımcılığın norm haline gelmesi için çabalar sürerken bunun coğrafyamıza yansıması nefretin kurumsallaşması, LGBTİ+’ların toplumsal ve kurumsal bazda yok sayılması ve varoluş mücadelesinde ısrar edilirse, bunun kriminalize edilmesi şeklinde oluyor. Dünya halkları, kadınlar ve LGBTİ+’lar adına ve tabii ki onların iradelerini yok sayarak yapılan bu küresel toplantılardaki her bir söz, sokağımıza dek yaşamımızı etkileyen politikalara dönüşüyor.
Bursa’da LGBTİ+’ların kent hakkına dair yaptıkları araştırmaların sonuçlarını 24 Eylül Salı akşamı online bir lansmanla açıklayan Bursa Özgür Renkler Derneği’nin raporlarına baktığımızda da bunu net bir şekilde görüyoruz.
“Ayrımcılık norm haline getiriliyor”
Bursa’da bir öğrenci topluluğu olarak yola koyulan Özgür Renkler Derneği, hem ülkedeki hem de uluslararası alanlarda LGBTİ+ mücadelesi ile kurduğu bağlarla önemli çalışmalara da imza atıyor. Bunlardan biri Bursa belediyelerinin LGBTİ+ politikaları açısından durumunu ortaya koyarken diğeri ise yine Bursa’da yaşayan LGBTİ+ların kent deneyimlerini içeriyor. Bu iki proje kapsamındaki araştırmalarını sonuçlandıran Özgür Renkler Derneği, bir lansman ile raporlarını açıkladı. Raporlara buradan* erişilebilir.
Dernek adına Elif Gölet’in açılış yaptığı lansmanda ilk olarak “Bursa Belediyelerinin LGBTİ+ Politikaları Açısından Durumu” isimli raporu Defne Güzel paylaştı. Türkiye’de LGBTİ+’ların artan bir nefret ve ayrımcılık kıskacında olduğuna ve LGBTİ+’ların görünürlük çabalarının sansürle bastırılmaya çalışıldığına vurgu yapan Defne, “İstihdama erişememek, sağlık hizmetlerinden yararlanamamak, mal ve hizmet satışlarının reddi, özellikle artan yoksullukta barınmanın imkânsızlaşması LGBTİ+’lar için hayatı iyiden iyiye yaşanmaz kılıyor” dedi.
Defne, dikkat çektiği önemli bir başka noktayı da “LGBTİ+’ları koruyacak ve güçlendirecek normlar ve mekanizmaların oluşturulması şöyle dursun, devletin kurumsal strateji belgelerinde LGBTİ+’lara dönük ayrımcılık hedefleri yer alıyor” şeklinde ifade etti ve LGBTİ+’lar için kaygı verici bir diğer hususun da -şimdilik çekmeceye konulsa da- LGBTİ+ varlığını hedef alan yasa teklifleriyle ayrımcılığın norm haline gelmesi ihtimali olduğunu söyledi.
“Hatırlatmak isteriz ki…”
LGBTİ+’lar için koruyucu ve güçlendirici mekanizmalara hayati bir ihtiyaç duyulurken yerel yönetimlerin bu alandaki sorumluluğuna dikkat çeken Defne, “Belediyelere kayyum atandığı, mesnetsiz soruşturmaların hayat bulduğu ve demokratik yönetişimin ortadan kaldırılmaya çalışıldığı bu atmosferde özellikle yerel yönetimlerin LGBTİ+ alanında çalışma yürütmekte duyduğu çekinceler de LGBTİ+’ların hak kaybını pekiştiriyor. Oysa ki LGBTİ+ haklarını açıkça savunmak ve LGBTİ+’ları güçlendirecek mekanizmaları hayata geçirmek yerel yönetimlerin de asli sorumlulukları arasında” dedi.
Tam da bu noktada Defne’nin sunumunda/raporunda dikkat çeken diğer bir olgu ise mücadele tarihi üzerineydi. Bugün hem ayrımcılık ve nefret politikalarından etkilenen hem de siyasi atmosferdeki baskılar karşısında duyulan çekincelerden doğan LGBTİ+ karşıtı ve yok sayıcı yerel yönetim politikalarına karşı şu hatırlatma önemliydi: “Belediyelerin etkisi göz önünde bulundurulduğunda LGBTİ+’ların güvenliğini sağlamada, LGBTİ+’ları ayrımcılığa karşı korumada, LGBTİ+’ları istihdam ve eğitim olanaklarından yararlandırmada, LGBTİ+’ların yeterli yaşam düzeyine erişebilmesi için politikaları harekete geçirmede yapabileceği pek çok çalışma var. Türkiye’nin pek çok belediyesinde ve Bursa belediyelerinde daha önce LGBTİ+’lara psikososyal ve hukuki destek sunulduğunu, LGBTİ+ hak örgütleriyle belediyelerin ortak projeler hayata geçirdiğini, Onur Ayı’nı belediyelerin sosyal medya hesaplarından yaptığı paylaşımlarla kutladığını, LGBTİ+’lar için sığınma imkânı sağladığını, ayrımcılığa karşı durmak için çeşitli protokollere imzacı olduklarını mücadele tarihimizden yola çıkarak biliyoruz. Bu sorumluluğu belediyelere tekrar hatırlatma ihtiyacı hissediyoruz.”
Bu ilk raporda öne çıkan sonuçları şu şekilde özetleniyor:
“* Belediyelerin stratejik plan, performans ve faaliyet raporlarında LGBTİ+, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği kavramları neredeyse geçmiyor. “Dezavantajlı” veya “kırılgan” gibi kavramlar belgelerde yer alsa da bu kavramlarla ya LGBTİ+’lar kast edilmiyor ya da kast edilip edilmedikleri belirsiz bırakılıyor. Belediyelerin ilgili belgelere internet sitelerinde yer vermemesi de şeffaflığın ve erişilebilirliğin önüne geçiyor.
* Belediyelerin çoğunda Yerel Eşitlik ve Eylem Planı bulunmuyor. Nilüfer Belediyesi’nin hazırladığı Yerel Eşitlik ve Eylem Planı ise LGBTİ+ hakları hususunda diğer Bursa belediyelerine emsal niteliğinde.
* LGBTİ+’ları güçlendirmeye dönük bütçe hedefleri ve toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı bütçeleme mevcut değil. LGBTİ+’lara dönük hiçbir çalışma belediyeler tarafından hayata geçirilmiyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğine dönük çalışmalar da bir o kadar az.
* Eşitlik Birimlerinin sayısı da yok denecek kadar az. LGBTİ+’ların doğrudan temas kurabileceği, LGBTİ+ hakları hususunda politikalar geliştiren kanallar yaratılmamış durumda.
* Kent konseylerinin LGBTİ+ haklarıyla ilgili bir etkinliği bulunmadığı gibi bu alanda çalışan komisyonları da yok. LGBTİ+ dostu belediyecilik protokolüne halihazırda imzacı bir belediye başkanı bulunmazken, eşitliği sağlayıcı sözleşmelerin sayısı da Bursa belediyelerinde bir elin parmağını geçmiyor. Oysa ki, örneğin CHP belediyelerinin imzaladığı bazı politika belgeleri Yerel Eşitlik ve Eylem Planlarının hazırlanmasını zorunlu kılıyor.
* Belediyeler toplumsal cinsiyet eşitliği alanında çalışan STÖ’lerle ilişki kurmuyor. Kentteki LGBTİ+ dernekleriyle temasa geçmiyor. Sivil katılımın önünde ciddi bir engel bulunuyor.
* LGBTİ+’lara dair herhangi bir bilgi, hizmet duyurusu ya da görünürlük sağlayacak başka bir ifade ise belediyelerin ne internet sitelerinde ne sosyal medya hesaplarında mevcut.”
“LGBTİ+’lar şikayetçi olmuyor, çünkü…”
Lansmanda diğer bir araştırma olan “Bursa’da Yaşayan LGBTİ+ların Kent Deneyimleri Raporu”nu ise Ecmel Deniz sundu. Ecmel’in, “Anlattıklarımız malumun ilamı. Temel amacımız ayrımcılıkları ve ihtiyaçları görünür kılmak. Türkiye genelinde LGBTİ+’lar için yapılan araştırmalar var ama yerele bakmak örgütlenme için ve yereldeki deneyimleri öznelerden dinlemek için önemli. Bu nedenle kent deneyimlerindeki eşitsizlikleri ve ayrımcılıkları görünür hale getirmeyi hedefledik” dediği raporda şu ayrıntılar dikkat çekiciydi.
* Son bir yıl içinde kamusal alanda (sokak, park, toplu taşıma, resmi kurumlar, AVM gibi yerler) hak ihlaline (ayrımcılık, şiddet, hizmet reddi, sözlü/fiziksel taciz gibi) uğradığını belirten katılımcıların oranı %34,3 iken bundan emin olamayan katılımcıların oranı %29,9’dur. Hak ihlaline uğrayan LGBTİ+’lar adalete olan inançsızlık ve daha fazla mağdur edilme riski sebebiyle şikayette bulunmuyor.
* Bursa’da yaşayan LGBTİ+’lar sokakta, komşuluk ilişkilerinde, arkadaş çevresinde, iş ararken, ev kiralarken, sağlık hizmeti alırken, okulda, işyerinde, sosyal alanlarda, hukuk hizmeti alırken, belediye hizmetinden yararlanırken ve özel sektörden hizmet alırken sık sık ayrımcılığa uğruyor. Oranlar katılımcıların büyük çoğunluğunun hayatlarında en az bir kez çeşitli alanlarda kent olanaklarına erişirken ayrımcılığa uğradığını ortaya koyuyor. Ayrımcılık ne yazık ki kamusal hizmetlerde yani belediye hizmetleri, sosyal hizmet, sağlık hizmetleri, kamusal eğitim/kurslar ve sosyal yardımlarda da Bursa’da yaşayan LGBTİ+’ları etkiliyor.
* Katılımcıların %70’ten fazlası yüksek ya da çok yüksek düzeyde ayrımcılık yaşadığını ya da bu ayrımcılık riskini yoğun hissettiğini belirtti. Özellikle %78,4’ü kimliğini belli etmemek için davranışlarını değiştirdiğini, %79,1’i sözlü/fiziksel şiddet endişesi taşıdığını ve %69,4’ü şiddet durumunda resmi birimlere başvurmaktan çekindiğini ifade eder.
* Barınma alanı, LGBTİ+’ların doğrudan ve dolaylı ayrımcılıkla karşı karşıya kaldıkları temel yaşam alanlarından biridir. Katılımcıların deneyimleri, bu alanda ayrımcılığın yalnızca açık reddedilme biçiminde değil; kira artışları, öğrenci yurtları ve diğer kurumsal barınma alanlarında dışlanma ya da kimliği gizleme zorunluluğu gibi dolaylı yollarla da kendini gösterdiğini ortaya koymaktadır. Katılımcıların %77,6’sı güvenli ve uygun fiyatlı konuta erişimin diğer gruplara göre daha zor olduğunu, %67,2’si ise ev sahibine kimliğini açıklamanın kira sözleşmesinin iptali riskini doğurduğunu belirtmiştir. Bu bulgular, barınma hakkının sadece ekonomik değil aynı zamanda kimlik temelli bir mesele olduğuna işaret etmektedir.
* Bursa’da yaşayan LGBTİ+’lar kent yaşamında çoğunlukla güvenlik tehdidi hissediyor ve ne yazık ki Bursa’da sosyal açıdan desteklenecekleri olanaklara erişemiyor. Katılımcıların yarısından fazlası Bursa’yı LGBTİ+’lar için ya “az yaşanabilir” ya da “kısmen yaşanabilir” buluyor. Mahalle ölçeğine inildiğinde ise bu algının güvenlik kaygısı üzerinden daha da somutlaştığı görülmektedir: Katılımcıların %85,8’i mahallesinde açık kimlikli olmanın güvenlik riski doğurduğunu düşünüyor.
Yaklaşık 25 katılımcının bulunduğu lansmanda söz alan katılımcılar LGBTİ+’ların kent yaşamına katılım ve hakları konusunda raporları çok değerli bulduklarını, raporların bu konuda önemli bir yöntem ve örnek kazandırdığını belirtti.
* Link: https://linktr.ee/ozgurrenkler?utm_source=linktree_profile_share










