Skip to main contentSkip to footer

Nedime Mutlu Yıldırım: “Sendikal faaliyet tam da kadınların yapması gereken işler”

Sağlık-İş Sendikası İstanbul Şube Başkanı Nedime Mutlu Yıldırım 29 yıllık sendikal mücadelesi boyunca kadın yoğun işkolundaki sendikasında süregelen erkek egemen yapıya ısrarlı bir şekilde karşı durmuş. Türk-İş yakında hükümetle 750 bin kamu işçisini ilgilendiren çerçeve protokol için masaya oturacak. Sağlık-İş Sendikası bunun için toplanan talepler havuzuna sağlık ve sosyal hizmet işçileri, kadın işçiler için taleplerini iletmişler. Memur kadınlarla eşit haftalık çalışma saati, süt ve doğum izni ve kreş talep ediyorlar.

Örgütlenme/Sendika

Sağlık-İş Sendikası İstanbul Şube Başkanı Nedime Mutlu Yıldırım bir kadın sendika şube başkanı ve kadınların yoğun olarak çalıştıkları sağlık ve sosyal hizmetler işkolundaki sendikal örgütlenmenin erkek egemen yapısına karşı sendikada kadınlara yer açmak için yıllarca mücadele etmiş bir isim.

Yıldırım ile hem 29 yıllık sendikal mücadelesini ve işkollarındaki sorunları hem de Türk-İş ile hükümet arasında müzakere edilecek olan kamu çerçeve protokolünü konuştuk. Çerçeve protokol bağlamında sağlık ve sosyal hizmetler işkolu ve kadın işçiler özelinde hangi taleplerin gündeme gelmesini istediklerini öğrendik.

Başkanı olduğu 4200 üyeli İstanbul şubenin Aksaray’daki eski binası yıkılıp yenileneceği için bizi Şirinevler’de taşındıkları yeni yerlerinde konuk etti ve bize öncelikle kamu çerçeve protokolü hakkında bilgi verdi:

Nedime Mutlu Yıldırım öncelikle kamu çerçeve protokolü hakkında bilgi verdi:

“Kamu çerçeve protokolü kamuda çalışan 750 bin işçiyi ilgilendiren bir kamu sözleşmesi. Bir üst sözleşme diyelim. Bu sözleşme yapılır ve sonra bir de kamuda örgütlü olan farklı sendikalar var. Bu sendikalar da ilgili bakanlıklarla sözleşmeler yapar. Bizim işkolumuzda bunlar sağlık bakanlığı ve aile ve sosyal hizmetler bakanlığı. Bu iki bakanlıkta şu anda Hak-İş’e bağlı Öz-Sağlık-İş sendikası yetkili. Geçmişte biz yetkiliydik. Ama son 2018-2019’da dönen bir takım siyasi dolaplarla diyelim, yetki Hak-İş’e geçti.”

Bu yetki geçişi süreci ile ilgili mahkemelik olduklarını ve yerel mahkemede kazandıkları halde istinafta kaybettiklerini ve yetkiyi bu şekilde kaybettiklerini aktarıyor. “Hukuksuz bir şekilde” diyor.

Kamu çerçeve protokolünü ise en çok kamu işçisini kapsadığı için Türk-İş konfederasyonu yürütüyor.

Bu kamu çerçeve protokolü şimdiye kadar mali sosyal haklarla sınırlı kalıyormuş. Ama bu dönem Sağlık-İş olarak görüşülecek 10-11 maddelik havuz içerisinde yer alması için farklı talepleri de Türk-İş bünyesinde oluşturulan koordinasyon kuruluna ilettiklerini aktarıyor Yıldırım.

“Biz de 40 saat çalışmak istiyoruz”

Anlatıyor: “Bizim taleplerimiz var, kadın çalışanlar olarak da özellikle. Bu talepler şunlar. Birlikte çalıştığımız 4B’li arkadaşlarımız var, 657’li arkadaşlarımız var. Haftalık onlar 40 saat çalıştıkları için biz de 40 saat çalışmak istiyoruz mesela. Taleplerden bir tanesi bu. İkinci olarak meslek kodlarımızın belirlenmesini istiyoruz. Bizim fiili yaptığımız iş var. Bir de SGK’ya bunun bildirilmesi gerekiyor. Örneğin Aile Bakanlığı’nda ben hastabakıcı olarak çalışıyorsam o hastabakıcının karşılığında bir SGK tanımlaması var. Ama artık kamuda bu son dönemdeki emeklilik düzenlemeleri ile o kadar çok işçi emekli oldu ki, yeni alımlar yok, Aile Bakanlığı için söylüyorum. Doğal olarak yeni alım olmadığı için iş yükü artmış durumda. Eksik elemanlar sonucunda var olan arkadaşlarımızın artık görev tanımı ortadan kaldırılmış durumda. ‘Elimizde bir eleman var, ne iş verirsek yapmalıdır’ mantığına döndü olay. Bu yüzden bu dönem mali sosyal hakların yanında, biraz daha çalışma şartlarımızın iyileştirilmesine dönük talepler oluşturduk” diyor.

3 saat süt izni, doğum sonrası iki yıl izin hakkı

Kadın işçi arkadaşları için, memurlarda olduğu gibi, süt izinlerinin 3 saate çıkarılması, doğum sonrası iki yıl ücretsiz izin hakkı olması da talepler arasında. “Biz öyle çok büyük şeyler talep edemiyoruz. Önümüzde daha iyi haklara sahip olan kim var, memurlarsa, memurlarla eşit haklara sahip olmak istiyoruz” diyor. Zaten örgütlü oldukları özel hastanelerde yaptıkları sözleşmelerde bunları hayata geçirmişler. Her işyerine mutlaka kreş olanağının sağlanması da yine talepleri arasında.

Tüm işçilere tayin hakkı

Yıldırım kamu işçileri için bir başka önemli sorunun tayin hakkıyla ilgili olduğunu anlatıyor. Bu konuda işçiler arasında önemli bir ayrımcılık oluşmuş. 2018’de taşerondan kadroya geçen işçi arkadaşlarının tayin hakkı yok. Daha sonra İşkur üzerinden alınan işçi arkadaşlarının ise tayin hakları var. Bunun önemli bir handikap olduğunu anlatıyor:

“Bir kurum düşünün, bir bakanlıkta, 4B’li memur var, 657’li var. 4D’li işçi var, bir de İşkur’dan gelen 4D’li işçi var. Ama hepsi birbirinden farklı statülere tabi tutulmuşlar. Hepsinin maaşları çok farklı. 4D’li işçilerde iki grup var, İşkur üzerinden gelen ve taşerondan kadroya geçmiş olanlar. Bunlardan İşkur üzerinden gelenlere tayin hakkı tanınmış, diğerine tanınmıyor. Düşünün siz bu hak tanınmayan işçi grubundasınız ve eşiniz devlet memuru. Ya da eşiniz İşkur’dan gelen, herhangi bir bakanlıkta çalışan bir işçi. O istediği yere tayin olup gidebiliyor. Ya da asker, doktor, öğretmen oluyor eşiniz ve bir süre sonra zorunlu olarak gitmek zorunda ve siz burada kalıyorsunuz. Çocuklar çok kez anneyle kalıyor, babayla gönderemiyorsunuz. İnanılmaz ciddi sıkıntı var bu konuda. Şu anda ücretin de üzerine çıkmış durumda. Aile Bakanlığında özellikle çok büyük mağduriyetler var; aileler dağılmış durumda. Bir iki yıl da değil, dört beş yıl boyunca aileler birbirinden tamamen kopuyor. Sadece tatillerde bir araya gelebiliyorlar. Doğal olarak ailelerin bir kısmı parçalanmış durumda. Bunlar defalarca talep edilmesine rağmen hep göz ardı edildi. Kamu çerçevede şu anda birinci sıradaki taleplerimiz arasında bu var. Tayin olayının önünün açılması lazım” diyor.

Sadece Şirinevler’de yer alan Aile Bakanlığına bağlı Şeyh Sait merkezinde kendisinin bildiği 15-16 arkadaşının bu mağduriyeti yaşadığını anlatıyor. “Çocuklar annelerini babalarını tanımıyorlar. Uzaklaşmış durumdalar. Bir süre sonra boşanmalar artıyor. Aile Bakanlığı güya toplumda aileyi güçlendiriyor ama kendi işçisini bu konuda mağdur ediyor” diyor.

Yıldırım insanların bu sorunu aşmak için farklı, yasa dışı yollar aradığını anlatıyor. “Yasa dışı yollar dediğimiz işte Bakanlıklar devreye giriyor, torpiller devreye giriyor, belki paralar devreye giriyor bilemiyoruz. Öyle çözmeye çalışıyorlar. Kimin torpili daha güçlüyse o gidiyor” diyor. Bu sebeple tüm işçilere tayin hakkının verilmesini istiyorlar.

Sendikal mücadele içerisinde geçen 29 yıl

Yıldırım’la sendikal mücadele geçmişini de konuştuk. Kendisi 1994’te başlayarak 24 yıl boyunca sahada çalışmış bir sağlık çalışanı. 1996 yılından bu yana da sendikal sürecin içinde olduğunu aktarıyor. Üniversiteden, Çukurova ebelikten mezuniyeti sonrasında devlet atama yapmayınca özeli denemeye karar vermiş.

Türk Böbrek Vakfı Ahmet Ermiş Diyaliz Merkezinde işe başladığında, hemen öncesinde bu hastanede bir sendikalaşma çalışması yaşandığını ve birçok çalışanın bu süreçte işten çıkarılmış olduğunu öğreniyor. Yani sendikalaşma sebebiyle işten çıkarılanlar yerine işe alınanlardan biri de o oluyor. “Herhalde o dönem en büyük hataları oydu” diyerek gülüyor. Böylece sendikal örgütlenme işini onlar devralmışlar. “Var olan şartlar, asgari ücretin bir tık üzerinde maaş almamız, ki diyaliz hemşireliği çok zor, çok stresli, çok kapsamlı bir hemşirelik türü. Çok yoğun çalışma koşulları ile birlikte taleplerimizi dile getirmek için örgütlendik” diye anlatıyor.

Sendikalaşma süreci sonrası çalışma arkadaşlarının isteği ile temsilcilik görevini üstlenmiş. Bu şekilde önce işyeri temsilciliği, daha sonra şubede delegelik, sonrasında da genel merkez delegeliği yapmış. 2018 yılında İstanbul Şube Başkanı seçilmesinden bu yana ise sendikal çalışmalarına profesyonel kadroda devam ediyor ve aynı zamanda Genel Merkez Denetim Kurulu Başkanı.

“Tek kadın delege bendim, her genel kurulda mutlaka konuşurdum”

Sağlık işkolu her zaman kadınların yoğun olarak çalıştıkları bir işkolu. Bu işkolundaki sendikada bir kadın şube başkanı görmekten memnunuz. Yıldırım’a geçmişte ve bugün işkolundaki sendikalarda kadınların varlığının nasıl olduğunu soruyoruz.

“Bizim geldiğimiz dönemde, 96’larda başladığımızda, tek kadın delege bendim” diye söze başlıyor. “O kadar düşüktü ki kadınların temsili ben her genel kurulda mutlaka konuşurdum” diye ekliyor.

Camiada sendikacılığın duayeni olarak anılan rahmetli genel başkanları Mustafa Başoğlu’nun döneminden anılarını anlatıyor:

“Ben 7-8 aylık hamileyim, kürsüye çıkarım. Kürsüyü bana göre ayarlarlardı. Ve ben her seferinde mutlaka bir eleştiri yapardım. Kadın çalışanın yoğun olduğu bir işkolunda kadın delegasyonunun bu kadar az olmasını eleştirirdim. Tabi o dönemlerde bir kadın delegenin kalkıp, Mustafa Başoğlu’nun karşısına çıkıp böyle bir eleştiri yapması, bana çok normal geliyordu ama, o camiada çok şaşkınlıkla karşılanıyordu, ‘nasıl olur’ gibi bakılıyordu. En sonunda hiç unutmuyorum 99 yılı galiba, bir olağanüstü seçimdi, Mustafa Başoğlu bizim İstanbul şube başkanı Hasan Öztürk’e dedi ki: ‘Hasan şu kızı bir yere yaz da her seferinde çıkıp çıkıp bizi burada eleştirmesin.’ Belki onun sayesinde, Hasan Öztürk belki de hiç niyeti yokken beni şube eğitim sekreteri olarak almak zorunda kaldı.”

Verdikleri mücadelenin o dönem kadın çalışanı çok yoğun olan bir sektörde temsil haklarının olması yönünde olduğunu vurguluyor. “Ben bunun için cidden çok mücadele verdim” diyor.

On yılın sonunda hem şube hem de genel merkez delegasyonuna çok daha yüksek oranda kadınları yönlendirmişler. Yüzde 70 kadınların olmasına önem vermişler. Hemşire arkadaşlarını, personel arkadaşlarını bu sürece dahil etmişler.

“2000 yılında Ankara’daki bir eylemdeki Sağlık-İş üyeleri”

“Neden bir kadını seçtiniz?”

Yıldırım erkek egemen bir yapının bütün sendikalarda gözlemlenebildiğine dikkat çekiyor. 2018’de şube başkanı seçildiğinde de üyelerin birçoğundan şunları duymuş: “Hiç erkek yok muydu da bir kadın seçtiniz?” 

“Aslında sendikal faaliyetlere katılanlar elbette beni tanıyordu” diye ekliyor. Hatta taşınma esnasında bulduğu, 2000 yılında Ankara’da katıldıkları bir eylemliliğe dair bir fotoğrafı anlatıyor. Oraya İstanbul’dan Sağlık İş’ten giden 200 kişi arasında tek kadın kendisiymiş. “Mustafa Başoğlu’nun yanında büzüşmüşüm, tek başıma, küçücük ufak tefek bir kızım” diye gülerek anlatıyor fotoğrafı.

Hem temsilci hem de delegasyon içerisinde kadınların çoğaltılması konusunda ve pozitif ayrımcılık konusunda çok mücadele verdiğini aktarıyor. “Şu anda geldiğimiz noktada hem genel merkezde, denetim kurulunda üçümüz de kadın arkadaşlarız mesela, yine disiplinde ve yine kendi şubemizde de delegasyonun çoğunluğu kadın arkadaşlardan oluşuyor” diyor.

Temsilcilikte de kadınlara pozitif ayrımcılıktan yana olduğunu aktarıyor. Onlar çocukları ve benzeri sorumlulukları gerekçe gösterip geri planda kalmak isteseler de kadınları bu konuda yüreklendirdiklerini anlatıyor. Temsilcilere eğitimler verdiklerini, destek verdiklerini, kadınların bu konuda geri durmaları için bir sebep olmadığını vurguluyor.

Kendisinden örnek veriyor. Bir keresinde Ankara’ya sendika toplantısına gittiğinde bir çocuğu 3 aylık diğeri de 3 yaşındaymış ve onları yanında götürmesi gerekmiş. Toplantı esnasında çocuklarına hemşire arkadaşları bakmışlar. Toplantıda konuşmalarımı yapıp çıkıp çocuğumu emziriyordum” diye anlatıyor. Böyle bir dayanışmayla geldiklerini vurguluyor.

“Sözlü taciz çok yaygın”

Yıldırım’a işkollarında kadın işçilerin yaşadığı özgün sorunlar var mıdır diye de sorduk. “Olmaz olur mu?” diye yanıt verdi. Sorunları ve neler yaptıklarını aktardı.

Ayrımcılığın şu anda çok yaşanmadığını, zaten elde çok az eleman varken, kurumların, birim yöneticilerinin elde olan elemanları en iyi şekilde kullanmalıyız, her eleman bizim için kıymetlidir mantığına gittiğini aktardı.

Taciz ise yaşanabiliyor. Sadece cinsel taciz olarak değil, aktardığına göre sözlü taciz çok yaygın işkollarında. “Kadın çalışanların olduğu bir işkolunda ciddi anlamda bir karşı çıkış ortaya koymadığınızda, bunu dile getirmediğinizde, doğal olarak bu yaygınlaşıyor” diyor. İşyerine geçimini sağlamak için gelmiş her bir insana, onun emeğine, kişiliğine, duruşuna, her şeyine saygı gösterilmesi gerektiğinin altını çiziyor.

Bu konularda mobbinge, cinsel tacize ilişkin sendika olarak açtıkları davalar olmuş. Bu davalarda hukuki boyutuyla çok önemli bir kazanım elde edememişler. Ancak mahkeme yoluyla kazanımları olmasa bile mutlaka bunları bu şekilde dile getirmeleri gerektiğini her zaman söylediğini aktarıyor.

Örnekler veriyor: “İşte müdürle tartışmaya gittiğinizde, elini şöyle elinize attığında (masada bir eliyle diğer elinin üzerine bastırarak gösteriyor) ‘bu taciz midir? Yok babacan bir şekilde yapılan bir davranış mıdır’ şeklinde geri dönüyor olay. Ya da ‘gel otur bakalım kızım’ diyerek seni orada oturtması. Bu nedir? Bunları taciz olarak görmüyor, şiddet olarak görmüyor. Bu gibi olaylarda açtığımız davalarda çok ümit verici sonuçlar alamadık.”

Aile Bakanlığına bağlı işyerlerindeki sorunlar

Aile Bakanlığına bağlı işyerlerinde sıkıntıların daha da yoğun yaşanabildiğini aktarıyor. Çünkü sağlıktaki daha büyük ölçekli işyerlerinden farklı olarak burada ufak birimlerde çalışma oluyor. Örneğin eski Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan vazgeçilip çocuk evlerine geçilmiş, bu evlerde çalışan bakıcı anneler nöbet usulü çalışıyorlar. Bu evlerde 5 ila 7 kadar çocuk kalıyor. Bakıcı anneler günlük o evin temizliği, alışverişi, kahvaltısı, yemeği gibi işlerini yapıyorlar. O kapalı ev ortamında yapılan şeyleri ispat etmenin çok zor olduğunu söylüyor.

Yine ÇODEM merkezleri, suça bulaşmış çocuklar için geçici barınak olan yerler. Bu tür merkezlerde suça bulaşmış çocuklar, sokakta yaşayan çocuklar, uyuşturucu taciz ya da fuhuşa zorlanmış çocuklara bakım veriliyor. Bunların hepsinin travmaları ile gelen çocuklar olduğunun ve doğal olarak buralarda çalışanlara karşı da çok iyi niyetli olmayabildiklerine dikkat çekiyor. Buralarda çalışan arkadaşlarının toplumdaki belki en ağır sorumluluklardan birini üstlenmiş durumda olduklarını ama maalesef üç dönemdir yapılan toplu iş sözleşmesi ile şu anda kamudaki en düşük ücreti alan arkadaşları olduklarını aktarıyor.

“Aslında bu dönem bütün sendikaların ayaklanması lazım”

Yıldırım’a eskiden yüz binleri ilgilendiren kamu işçileri toplu sözleşme dönemlerinde işçi eylemlilikleri olurdu, neden bu dönem bu kesim bu kadar hareketsiz diye de sorduk. Buna birçok şeyin etken olduğunu, toplumsal muhalefetle birebir bağlantılı olduğunu düşünüyor. “Şu an nasıl yapılan her türlü zulme karşı, enflasyonist ortama karşı, insanların Türkiye tarihinde herhalde yaşadıkları en büyük yoksulluğa karşı aslında demokratik kitle örgütleri, bunun içinde siyasi partiler de dahil olmak üzere ses çıkarılmaması, ya da ses çıkarılıp ses çıkaranların derdest edilip susturulmaya çalışılması sonucunda, aynı süreçten sendikalar da etkilenmiş durumda” diyor.

Aslında bu dönem sendikaların hepsinin ayaklanması lazım diye düşünüyor.  “Bir sendika genel başkanı tutuklandı, değil mi?” diyor (Birtek-Sen Genel Başkanı Mehmet Türkmen’in tutuklanmasına atıfta bulunuyor). “Ne yapacağız ne edeceğiz, sıranın bize gelmesini mi bekleyeceğiz?” diye soruyor.

“Sendikal süreç tam da kadınların yapacağı bir şey”

Yıldırım son olarak sendikaların suskun olmaması için yapılacak çok şey olduğunu ve kadınların sendika yönetimlerinde, diğer sendikal süreçlerde yer almasının ne kadar gerekli ve önemli olduğunu vurguluyor. Sözü ona bırakıyoruz:

“Önümüzde daha çok uzun bir yol var. İşçi arkadaşlarımızı çok daha bilinçlendirmemiz gerekiyor. Hem var olan sendikal süreçleri sahiplenebilmek hem sendikaları çalıştırabilmek, zorlayabilmek anlamında. Bu işin esası çalışan arkadaşlarımıza düşüyor. Çünkü suskun sendikalar var evet ama bu da büyük oranda suskun bir toplum yaratılmasından kaynaklanıyor. Doğal olarak sendikalar sorgulanmadığı zaman buraya kadar geliniyor.”

“Kesinlikle sendikal faaliyet tam da kadınların yapması gereken işler. Sendikal süreç tam da kadınların yapacağı bir şey. Empati yönünden de bence bu kadınların işi. Çünkü birebir diyalogda kadınlar iyi. Özellikle mücadele alanlarında kadınlar çok güçlü. Bizim eylemlerimizde de eylemlerin devamı anlamında da en tutarlılık sergileyen ve mücadeleye sahip çıkan kesim kadınlardır. Ve bunu da sonuna kadar inat ve kararlılıkla devam ettiren kesim kadınlardır. O yüzden kadınlar bence çok güçlü ve o güçlü yanlarını buralarda göstermek gerekiyor.”

Yazarın Diğer Yazıları

İlginizi Çekebilir

Son Yazılar