Portakallar, mandalinalar dallarından soframıza birçok insanın emeğiyle geliyor. Narenciye işçisi kadınlar, çok zor koşullarda günde 9-10 saat çalışıyor. Sendikaları yok ama yevmiyeleri düşük olunca “Yeter!” deyip greve gitmişler ve kazanmışlar

Sonbaharın gelişi, Hatay ve Mersin’de meyve bahçelerinde hareketliğinin artması anlamına gelir. Portakal depolarının önü de bu dönemde kalabalıktır. Çünkü çiftlik sahiplerinin onlarca şehre narenciye gönderecek olan meyve kasaları bir dolup bir boşalır. Mahsul öncelikle hasat edilir. Bu büyük çalışma temposunun baş işçilerinin kadınlar olduğunu görmemek mümkün değil. Hatay’da her yaştan kadının kaç saat çalışacağı aynı zamanda hasadın hızına da bağlı. Üretim ne kadar fazlaysa, çalışma saatleri de o kadar uzun. O portakal ya da mandalinaların sapı, yaprağı, çürüğü, eğrisi büğrüsü ayıklanır ilk önce. Ardından tahta ya da plastik kasalara istiflenirler… Narenciyenin ağaçtan soframıza gelmesini sağlayan kadınlarla görüştük…
Turuncu dünya
Birçok kadın gibi, onların da yaşamı çifte mesaili. Onlar da evdeki onlarca işi ve çocuk bakımını üstleniyor. Yıllarca turunçgiller işiyle yaşamını idame ettiren Gül, “Kiramı buradan gelen ücretle ödüyorum. Ben işe gitmezsem aç kalacak iki çocuğum var” diyor. Çok genç yaşlarından bu yana bu turuncu dünyanın içinde hiçbir güvencesi olmadan var olmaya çalışan Gül için bu bir “kölelik”. Bütün gün meyveleri kasalara diziyor. Hayat onun için adeta alacakaranlık kuşağı. “Biz saat beşte işbaşı yapıyoruz. O yüzden dörtte kalkmamız gerekiyor. Saatlerce o portakalları, mandalinaları kasalara diziyoruz. Bir mandalina hafif eğri olsa azarlayıp bağırıyorlar. Çok düzgün, mermer gibi olacakmış! Sonra eve gelip yemek pişirmem gerekiyor. Ev işleri, çamaşır yıkama, bütün hepsi bana bakıyor. Okul paydos olunca eve gelen çocuklarım doyurulacak bu arada.”
Portakallar dalda kalınca
Peki çocukları doyurduktan sonra Gül, bir köşeye uzanıp yorgunluğunu giderebilir mi? “Yok” diyor, “Ne dinlenmesi? Hizmetçilik bitti, sırada öğretmenlik var.” Çocukların ödevlerinin yapılmasından, ders çalıştırılmasından da tamamen o sorumlu. Devam ediyor anlatmaya; “Sonra yemek pişirmem, odaları düzeltmem, her şeyi toparlamam gerekiyor. Çünkü tek bir bulaşık tabağını bile benden başka kimse yıkamaz.”
Ardından söz greve geliyor; “Patronlar ekonomik krizi, gübre fiyatlarının ve bazı masrafların artmasını bahane ederek alacağımız zammı çok düşük belirledi. Hepimiz buna çok büyük tepki gösterdik. On gün grev yaptık. Portakallar dalda kalınca yevmiyemiz 1400 TL oldu.”
Derneklerde örgütlüler
Hayatlarını narenciye emeğiyle sürdüren bu kadınlar bir sendikada örgütlü mü peki? Hayır, sendikayı bilmiyorlar. “Güvencesiz İşçiler Derneği” gibi bazı işçi derneklerine üyeler. Ama “grev” hepsi için adeta kutsal kavram. Diyor ki Gül; “Greve çıkmaya mecburduk. Para yetişmiyor ki. Çocuklara yemek pişirmek için tüpüm dolacak, dünyanın parası. Sırf mutfak masrafları için bile biz kadınlar çalışmak zorundayız artık.” Grev kararı nasıl alındı? “Biz o çok küçük zammı duyunca çok kızdık. Derneğimize işe gitmeyeceğimizi, eylem yapacağımızı söyledik. Dernek başkanlarımız greve gidileceği kararını her yerde duyurdu. Biz de bahçelere gitmedik. ‘Grevdeyiz’ dedik patrona. Meyve dalda çürüse de umurumuzda değildi. On gün iş bıraktık. Hakkımızı alacaktık… Aldık da. Dernek başkanlarımız gitti konuştu bahçe sahipleriyle. Hayatın ne kadar pahalandığını, geçim durumumuzu anlattı. Baktılar zarar ediyorlar, zam yaptılar. Yevmiyemiz 1.400 oldu! Bazı yerlerde ise o kadar olmaz dediler, 1.200 verdiler.”

“Köle gibisin bahçede”
Meryem’le de görüşüyoruz; “Ezanla yani herkesten önce kalkıyorum. O paraya gece kalk, hava kararmadan yola çık. Yağmur, çamur, soğuk demeden çalış. Saat sabahın dördü, beşi. Yemek yok, mola bile yok bazı arkadaşlarımıza. Köle gibisin bahçede… Koşullar hiç iyi değil gerçekten. Çalışma saatleri belirsiz ve uzun. Ama ücret az. En fenası sosyal güvencemiz yok. Hastalansak ortada kalacağız. Meyveleri korumak için ilaçlıyorlar. O ilaç elimize de bulaşıyor. (Pestisit kalıntısı) İş zaten çok zor. Ağaçtan toplayanlar oradan düşse mahvolur. Bütün bunlara ‘yeter’ deyip bağırdık; ‘1.500 olmalı yevmiyemiz’ dedik. O zaman da tehdit ettiler. ‘Siz çalışmazsanız Afganlar ve Suriyeliler var’ dediler. Hiç de korkmadık yerimize gelirler diye. Gecesi gündüze karışmış kadınlarız, ne olacaksa olsun dedik.”
Greve geniş katılım
Meryem’in söylediklerini bir başka turunçgil işçisi, Songül de anlattı; “İşçileri portakal gibi sıkıyorlar. Günde tonlarca meyvenin hasadını biz yapıyoruz. Yılan tehlikesiyle… Böcek, kene sokması korkusuyla.” Bu kadınlar bel fıtığı ve diğer hastalıklardan mustarip. İş mevsimlik olduğundan, yılda en fazla altı ay çalışma garantileri var. Aleyhlerine olan bütün bu iş koşulları anlaşmazlık sebebi olmuş. Songül diyor ki: “1.500 TL yevmiye istedik. Sesimizi duyuramayınca bu kararı aldık. ‘İş yok artık, çalışmıyoruz’ dedik.” Mersin, Adana ve Hatay illerindeki tarım işçilerinin, günlük ücretlerinin yükselmesi için, bu kadar fazla katılımlı grev ilk kez olmuş. Üstelik bütün Suriyeli işçiler de eyleme katılmış.
“İki büklüm olmuş kadınlar var”
Olayın bir başka yanı da var. Eylem yapmaya hazırlanan işçilere “Durun, bekleyin” diyenler var. “Üç ay daha bekleyin. Çiftçimiz para kazanamıyor. Fazla para talep etmeyin” sözleriyle onları uyaranlardan biri de Yüreğir Ziraat Odası Başkanı Mehmet Akın Doğan. “Üç ay (zamsız) beklesinler, 2025 yılı zaten afet yılı olarak geçti” diyor. Herkes akıl veriyor ama emekçinin günlük ihtiyaçlarını nasıl karşıladığını bilmiyorlar.
32 yaşındaki Nurcan da paketleme işçilerinden biri. Her gün onlarca kasayı portakallarla doldurması gerekiyor. “Hayatımızı ustabaşıların ve çavuşların emirleri altında geçiyor. Hep ‘onlar desin biz yapalım’la yaşayamayız ki. Ücret tabii bizim için en önemli sorun. İki büklüm olmuş kadınlar var. Bahçe sorumlularının bakışları altında çalışıyorlar. Günde 9-10 saate kadar sürüyor. Yapraklarını, saplarını yoluyor, paketliyor hatta taşıyoruz. Hep ‘çabuk çabuk’ diyorlar… Değilseniz sizi azarlıyorlar. Zamma gelince ise ses yok.”

Erkeklere fazla yevmiye ödenmesine tepki
Narenciyede yerleşik işçiler de var, mevsimlik işçiler de. Bizim konuştuklarımızın hepsi o bölgede yaşayan yerel halktandı. Çalışanlar arasında her yaştan insana rastlıyorsunuz. Nurcan, “On yaşındaki çocuğu da, 60 yaşını aşmış kadınları da işe dahil ediyorlar” diyor. Bazı bölgelerde can sıkıcı bir uygulama var. Kadınlar erkeklere oranla daha az ücret alıyor. Erkek ağaca çıkıp portakal hasadı yaptığı için fazla yevmiyeye tabi tutuluyor. Ağaçtan yere inene kadar ücret farklılaşıyor! İkisi de aynı miktarda ürün topluyor, sonunda kadın ve erkek yaptığı iş sonucunda farklı ücretlendiriliyorsa burada bir ayrımcılık var. Narenciyedeki bu ücret eşitsizliğinden birçok kadın rahatsız. Bunu sosyal medyada da dile getiriyorlar. Erkek işçilere daha fazla ödenmesi “Ç.k farkı” ifadesiyle ironi konusu olabiliyor.
Tuvalet yok!
Yıllarca çeşitli bahçelerde çalışan Cemile, öğle arasına dikkat çekiyor. “Kısacık öğle tatillerimizde hızlı hızlı yemek yiyoruz. Yemekten sonra biraz dinlenelim, işe öyle başlayalım diye bir şey yok.” Narenciye işçisinin sürekli ellerini kullandığına dikkat çekiyor Cemile. “Yaralı ve nasırlı avuç içlerimiz. İşte istirahat yok dedim ama evde de yok. Evin dışında ne kadar çalışıyorsak evin içinde daha da fazla. Her şey üzerimize yığılı. Sabah beşte kalkıp altıda işbaşı yapınca akşam da dokuzdan sonra çamaşır yıkamaya ve evi temizlemeye başlamak bizde normal!” En önemli sorunlardan biri olarak da özellikle tarla ve bahçelerde tuvalet olmamasını gösteriyor. “Bir kadınının tuvaletini dışarda yapması o kadar utanç verici ki. Bizlerin mahremiyeti yok. Açık bir yerde ihtiyaç gidermek çok tehlikeli ama kim düşünecek ki.” Bu durum üreme sağlığı için de büyük bir risk.
Erkek kardeşi okusun diye!
Kırsal kesimde yaşayan bu kadınlar için yaşam, çocukluktan itibaren hem ev işlerine hem tarım işine katılmak demek. Hayatları boyunca onlara eşlik eden işlerle hikâyeleri şekilleniyor. Hatice’ye iş hayatına ne zaman atıldığını sorduğumda, “Çocukluğumdan beri” diyor. Ama onun hikâyesinde bir fark var. “İki erkek kardeşim ilkokula başlamıştı. Ben de ilkokul 4’e gidiyordum. Onların masrafları için beni okuldan alıp tarla işine verdiler 11 yaşımda!” Bir kız çocuk, oğlan olan diğerini hem büyütüyor hem okutuyor!
Tüketicilerin alışverişte genellikle gözünü alan, tarlada paketlenip süpermarketlere gönderilen o parlak, turuncu ve cezbedici meyvelerle dolu plastik kasaların arkasını görmeleri mümkün mü? Değil elbette. Ama ücretler bir parça fikir veriyor. Bir kilo portakal 200 TL. Bir işçinin yevmiyesi 6 portakala denk geliyor. El insaf!










