Mascha Madörin İsviçre’de bankacılık sektörü ve bakım emeği üzerine çalışan bağımsız feminist bir iktisatçı. 2016’da 70. Doğum gününde yayınlanacak bir kitap bağlamında Bettina Dyttrich, Stefan Howald, Susan Boos onunla Die Wochenzeitung (WOZ)da bir söyleşi yaptı. İşte Mozambik Kurtuluş Cephesiyle birliktelikten feminist ekonominin bakım emeğine oradan temel gelir tartışmalarına; feminist bir iktisatçının hayatı… Söyleşi anlayışı açısından da öğretici olan bu röportajı çevirelim, dedik.

Ekonomi ve çalışma yaşamı uzun zamandır tutkuyla bağlı olduğunuz konular, değil mi?
Evet. Hayatım boyunca fabrikaları içeriden gördüm, büyük bir bankada, devlet için ve STK’lar için çalıştım. Bu kurumların farklı iş süreçlerini ve duygularını deneyimledim. Solda, ekonomi genellikle büyük bir projeksiyondur. Aslında nasıl çalıştığı her zaman ilgimi çekti.
Kadın ekonomiste pek rastlamadığımız bir dönemde ekonomist oldunuz…
Evet, rol modellerim kaçınılmaz olarak erkeklerdi. Şanslıydım, babamın şirketini tanıyordum, işinden çok bahsederdi. Çalışma yaşamına yabancı değildim. Bu deneyimim olmasaydı muhtemelen ekonomi okumazdım.
Yetişme koşullarınız nasıldı?
Babam fakir bir aileden geliyordu. Komşularına soba yapan demircinin kızıyla evlendi. Bunun sonucunda Liestal yakınlarında Bubendorf’ta küçük bir fabrika ortaya çıktı. Babam iki amcamla birlikte fabrikanın ticari direktörü ve ortağı oldu.
Cumartesi öğleden sonraları beni yanında fabrikaya götürür, arabasını yıkar, sonra da ofiste çalışırdı. Fabrikada dolaşmama izin verir ve bana makineleri anlatırdı. Bir de annemin dünyası… Kocaman bir bahçemiz vardı. Annem çok dikiş dikerdi. Aramızda en çok işi o yapıyordu. Ev işinin de iş olduğu benim açımdan çok açık bir şeydi. Evdeki iş süreçlerinin fabrikadakinden farklı olduğunu, farklı bir ekonomik mantığa sahip olduğunu annemin dünyasında gözlemledim.
Anne babanız yaptıkları işin eşit değerde olduğunu düşünüyor muydu?
İki ayrı dünyaydı aralarında sıkı bir iş bölümü vardı. Babam anneme pek müdahale etmezdi. Ama annem geçmişi hakkında, kızlara yönelik ayrımcılık hakkında çok şey anlatırdı. Bu benim feminist ekonomi konusundaki ilk dersimdi.
Ev işleri yapana para yok
Nasıl büyüdünüz?
Annemlerin çiftlik içinde bir demirci dükkanları varmış. Annem ve kız kardeşi ipek kurdele dokurlarmış. Onların işi buymuş. Üçüncü kız kardeş ise evde çalışıyormuş ve yazın herkes tarlaya gitmek zorundaymış. Babaları yedi oğluna cep harçlığı olarak 20 frank, ipek kurdele dokuyan kızlarına beş frank verirmiş. Ev işlerini yapan kız kardeş ise hiç para almazmış.
Annem oldukça asi bir kadındı, o ve kız kardeş isyan etmişler. Evde ev işleri yapan teyzem de beş frank almaya başlamış. Annem ve kız kardeşlerine miras kalmadı. Sadece evlendikleri zaman çeyiz almışlar. Annem ben ütü yaparken bana böyle hikayeler anlatırdı ve sonunda hep şunu sorardı: “Sence bu adil mi?”
Annem için eşitlik ve adalet şu anlama geliyordu: ücrete, mirasa, eğitime erişim ve boş zaman…
Siz de lisede 800 erkek çocuğun içindeki 6 kızdan biriydiniz ve daha sonra ekonomi okudunuz…
Evet, çok iyi bir profesörüm vardı; Karl William Kapp. En ünlü kurumsal iktisatçılardan biriydi; çevresel ve sosyal maliyetler kavramını bulmuştu. Ayrıca kalkınma ekonomisi okudum ve lisans derecemi aldım. Kayıtlı ücretli çalışmanın dışında başka bir dünyanın, kayıt dışı sektörün varlığı benim ilgimi çekiyordu.
Nasıl siyasallaştınız?
1967, Vietnam Savaşı sırasında. Biz küçük bir gruptuk, müstakbel eşim Kurt da oradaydı. Kurt ve ben orada solcu olduk o zamana kadar sol bir gazeteyi pek elime almamıştım ama tartışmayı seviyordum ve Vietnam Savaşı benim için çok önemliydi.
Daha sonra 1970 yılında Basel’de ilerici bir örgüt kuruldu…
Evet, ulaşım planlaması ve üniversite politikaları üzerinde çok çalıştık ve daha sonra her yıl göçmen örgütleriyle büyük bir festival düzenledik. Bu yabancı düşmanı Schwarzenbach girişimine bir yanıttı adı; “Nostra Festa”ydı…
1976’da Kurt’la Mozambik’e gittiniz…
Mozambik Kurtuluş Cephesi (FRELİMO) orada iktidara gelmişti. Bağımsızlıktan altı ay sonra Maputo’ya gittik. Ben iktisat fakültesinde asistan, Kurt ise sosyoloji hocası olarak çalışacaktı. Ülke, Doğu Almanya ve Bulgaristan’ın yanı sıra Avrupa komünistlerinden Stalinistlere, Brezilya Komünist Partisi’nden şehir gerillalarına kadar dünyanın her yerinden solcular tarafından resmi olarak destekleniyordu. Kolektif çiftçiliği öğreten Sovyetlerden gelenlerin yanı sıra sol devrimci düşüncenin tüm yelpazesi oradaydı. Absürdistan!
Hocası bir feministti ve bombalı mektupla öldürüldü
Nasıl iletişim kurdunuz?
Kurt’le ben neredeyse herkesle konuşuyorduk. Bir dereceye kadar Portekizce öğrendik, Fransızca ve İngilizce konuştuk, aynı zamanda Doğu Almanya’daki insanlarla konuşabildik… Ve ne zaman büyük bir ideolojik tartışma çıksa tercüme yapmak zorunda kalıyorduk. Tipik İsviçreli. Herkes bizim doğru yolda olmadığımızdan şüpheleniyordu.
Üniversitenin Afrika Araştırmaları Merkezi’nde çalıştınız. Bu nasıldı?
Patronum Ruth First keskin dilli bir feministti, zeki ve dogmatik olmayan bir kadındı. Bir Baltık Yahudisi olarak Güney Afrika’ya göç etmiş ve Apartheid’a karşı kurtuluş hareketini destekleyen ilk beyaz solculardandı. Kocası Joe Slovo komünist partidendi ve Nelson Mandela’nın grubuna üyeydi. Ruth First, 1982’de Mozambik’te Güney Afrika’dan gelen bombalı bir mektupla öldürüldü.
Mozambik’te de saha çalışmaları yaptınız…
Yarıyıl tatilinde herkes halkın yanına gitti. Biz de Mozambik’teki küçük çiftçilerin göçmen çalışanları üzerine bir araştırma yaptık. Güney Afrika’nın bağımsızlığı sırasında güney eyaletlerindeki yetişkin erkeklerin neredeyse tamamı madenlere inmişti. Bazıları Güney Afrika’da kaldılar ya da öldüler. Bu erkeklerin eşlerinin hiçbir hakkı yoktu ve çoğu zaman erkeğin erkek kardeşiyle evlenmeye zorlanıyorlardı. Birçoğu bunun yerine Maputo’ya gelmeyi tercih etmişti. Kaju endüstrisinde inanılmaz derecede kötü koşullarda çalışıyorlardı. Bu araştırma sırasında cinsiyet ilişkileri hakkında da her zaman soru sormamız gerektiğini öğrendim.

Oğlunuz Grischa, konaklamanızın başlangıcında üç yaşındaydı. Zor olmadı mı?
Bir kreş vardı ama oğlum oraya gitmeyi sevmiyordu. Bu yüzden örnek şehirli bir FRELİMO ailesi olan komşularımıza ona bakıp bakamayacaklarını sorduk. Bizi aileye kabul ettiler, bu harikaydı. Tüm partilere davet edildik ve ayrıca tüm aile dramlarını izledik.
O dönemde FRELİMO’nun politikalarına nasıl bakıyordunuz?
Beni çok etkiledi. Hükümet yeniden bölüşüm, asgari ücrete ve herkesin kamu tesislerine erişimine yardım ediyordu. Portekiz yönetimi altında, Güney Afrika’daki kadar katı olmasa da az çok Apartheid vardı. Maputo’ya geldiğimizde sahilde neredeyse sadece beyaz insanlar vardı. İki yıl sonra herkes oradaydı. Sömürgeciliğin sona erdiğinin görünür bir göstergesi olarak beyazlar dahil herkes sıraya girmek zorundaydı.
Halk FRELİMO’ya çok saygı duyuyordu. Ancak toplumu dönüştürmeye ilişkin fikirleri yalnızca sınırlı bir yanıt buldu. Örneğin, başlık parasını yasaklamaya çalıştı ama insanlar bunu ödemeye devam etti ve buna basitçe “agradecimento” adını verdi: Kızını büyüttüğün için teşekkürler.
1980’de İsviçre’ye döndünüz ve 1982’de Güney Afrikayı Boykot Kampanyası için çalışmaya başladınız.
Zamanı gelmişti. İsviçre’ye bu şekilde dönmek benim için harikaydı. İsviçre’de Apartheid karşıtı hareket başlangıçta kiliselerden ve üçüncü dünyadan gelen ürünleri satan mağazalardan güçlü bir şekilde etkilenmişti. Fransızca konuşan İsviçreli gruplar meyve boykotunu başlattı, ardından Bern Deklarasyonu bunu izledi ve 1982’den itibaren Güney Afrika Boykot kampanyası çerçevesinde yarım günlük ücretli olarak çalıştım.
İsviçre halkının ruh hali nasıldı?
Apartheid’ın doğru olmadığına dair bir farkındalık zaten vardı. Ama aynı zamanda çok fazla paternalizm de vardı. Bugün İsviçre’deki göçmenler hakkında nasıl konuşuluyorsa, o zamanlar da siyahi insanlar hakkında konuşuluyordu: “Demokrasiyi biraz öğrenmeleri gerekiyor. Henüz hazır değiller.” İsviçre’de insan hakları ihlallerine ilişkin farkındalık her zaman az gelişmiştir. Bugünün insan hakları konusundaki dikkatsizliğine şaşırmamak lazım.
“Banka boykotunda binlerce kişi parasını çekti”
Apartheid boykotunun başarısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Halk arasında büyük bir başarı elde ettik; bu, İsviçre’de şimdiye kadar var olan en geniş hareketlerden biriydi. Apartheid sona erdiğinde üst düzey yetkililer yanıma gelip “İyi iş çıkardın” dediler. Birçok kez genel müdürlüklerin gündemine oturduk. Ancak -ki bugün Yanis Varoufakis’in Demokratik Avrupa Hareketi’nde de bundan korkuyorum- birden fazla taban hareketini harekete geçirmekte zorluk yaşandı. Bunu kurumsal politikaya dönüştürmek ise çok daha zordu. Ulusal Meclis Üyelerine Güney Afrika hakkında sonsuz sorular sordum yazdım. Federal Konsey’den hiçbir zaman somut bir yanıt gelmedi!
1980’lerin sonunda Aktion Finanzplatz Schweiz’e (AFP) * girdiniz….
Ben zaten bir bankada çalışıyordum. Eğer kötü bankalarda çalışıyorsanız, gerçekten solcusunuzdur. AFP, sol hareket içinde bir yer edinmemi sağladı. Çünkü 80’lerde sayıları okuyabiliyordum ve türevlerin ne olduğunu biliyordum. Bu bana feminist bir iktisatçı olarak ciddiye alınmam için gereken prestiji sağladı.
Banka boykotu ne kadar başarılı oldu?
Binlerce kişi parasını çekti. Bunu, hesap kapanışlarının çetelesini tutan banka çalışanlarından öğrendik. Hareketin güçlü yanlarından biri insanların nasıl dahil olabileceğine dair basit ve net ipuçları vermesiydi: Büyük bankaları boykot edin meyveleri boykot edin…
Daha sonra altın, banka gizliliği, borç sorunu, Uluslararası Para Fonu’nun tarif edilemez yapısal uyum programları ve ayrıca büyük bankaların Apartheid ile ilişkileri üzerine çalıştım.
AFP’nin eleştirilerinin bir etkisi oldu mu?
Kıdemli Başkan Yardımcısı’nın sızlanmasına rağmen bankacılık sırlarının bu kadar sessizce ortadan kaybolması, bizim uzun çalışmalarımızın bir sonucudur. Bir noktadan sonra “Biz parayı toplamazsak başkası toplayacak” demek artık mümkün olamadı. Kampanya çalışması heyecan vericiydi ama aynı zamanda çok yorucuydu. Kesinlikle hayalimdeki iş değildi.
Hayalinizdeki iş ne olurdu?
Başkaları için kitap okumak. Onlara şunu söyleyebilmek: “Bu üç sayfa en önemli bölümdür.” Böyle bir işim olsa iyi olurdu.
Bugün bakım işi ana konularınızdan biri. Bu işe nasıl girdin?
Mozambik’teki, özellikle de Maputo’daki araştırmalar benim feminist ekonomiyi anlamam açısından çok önemliydi. Bağımsızlıktan önce adı Lourenço Marques olan şehir, hafta sonu turizmiyle karakterize ediliyordu. Güney Afrikalıların püriten, baskıcı rejimden kaçabilecekleri yerdi.
Büyük bir kayıt dışı sektör, çok sayıda fahişe, restoran, müzik ve dans salonu vardı. Yani Tanrı’nın Güney Afrika’da yasakladığı her şey… Bu sektör bağımsızlıktan sonra sınırın kapatılması nedeniyle çöktü. Kadınların bu durumda hangi stratejileri geliştirdiklerini inceledik. Kadınların kayıt dışı çalışmalarına postkolonyal ayaklanmalar bağlamında baktık. Benim için bu inanılmaz derecede önemliydi. Avrupa’da bu konuda tartışma çok sınırlıydı.
Feminist politik ekonomi 1980’lerde ortaya çıktı
Nasıl yani?
O dönemde kadın hareketindeki tartışmalarda genel ekonomik bağlam çoğunlukla eksikti. Heyecan verici bir feminist politik ekonomi 1980’lerde ortaya çıktı ve bunun Kuzey-Güney sorunlarıyla ilgilenen kadınlar tarafından geliştirilmiş olması tesadüf değildi. Tetikleyiciler güneydeki mali kriz ve borç kriziydi.
Güneyde krizler nasıl gelişti?
Uluslararası Para Fonu (IMF), Yunanistan’da kullandığı argümanların aynısını kullanarak, güneydeki borçlu ülkeleri yapısal ayarlamalar yapmaya zorladı. Sonuç: başarısız devletler yığınıydı. Hükümetlerin artık temel eğitim ve sağlık hizmetleri için parası kalmadığında, bu öncelikle yolsuzluğa davetiye çıkardı. Herkes umutsuzca bir şekilde mal, okul ve tıbbi bakım almaya çalışıyordu. Bu durumda her türden demokrasiyi unutmanız gerekiyordu. Ama en temel hizmetler artık garanti edilmezken insanlar devleti ne yapsın?
Bu tür krizler neden kadınları erkeklerden farklı etkiliyor?
Çünkü özellikle kadınlar, yaşam ve hayatta kalma için ekonomik koşulların sağlanmasından sorumludur. Bu alanın, bugüne kadar ağırlıklı olarak erkek ekonomisi olan sermaye birikiminden farklı bir mantığı var. Eğer bunu anlamıyorsanız, toplumsal cinsiyet ilişkileriyle ilgili politik sorunu da anlamıyorsunuz demektir. Bu çelişki kadının rolleri ne kadar değişirse değişsin varlığını sürdürüyor.
1970’lerde pek çok feminist ev işinin her şeyin sonu olduğuna inanıyordu. Sen değil.
Ben de ev işlerinden nefret ediyordum ama bunun gerekli bir iş olduğu benim için her zaman açıktı, nokta, amin.
Sorunlu olan ev işlerini kadınların yapmasıdır
Bir keresinde şöyle demiştiniz: Ailede ücretsiz çalışma süresi azalırsa hayat standardı düşer.
Evet, hayatı keyifli kılan, tüketim mallarını tüketilebilir kılan şeyleri yapabilmek için yeterli zaman yoksa yaşam kalitesi bozulur. Ev işleri ve aile işleri hakkındaki pek çok tartışmayı garip buluyorum. Sanki her şey sadece verimli bir organizasyon meselesiymiş gibi davranıyorlar. Bu kesinlikle doğru değil. Sorunlu olan şey, kadınların bu işi yapmasıdır. Ancak diğer soruların daha önemli olduğunu düşünüyorum: Bu işlerden hangisi için ödeme yapmalısınız? Ne daha adil olurdu? Toplum giderek pahalı bir hale gelen bakım işini nasıl organize ediyor?
Bakım işi neden giderek daha pahalı hale geliyor?
Çünkü mal üretiminin aksine daha verimli hale gelemez. Akıllı telefonları her zaman daha ucuz hale getirebilirsiniz, ancak bakımı her zaman daha ucuz yapamazsınız. Artık robotlaşma ile işlerimizin tükendiği gerçeği hakkında pek çok tartışma var ama bakım sektöründe tam tersine iş hiç bitmiyor.
Bunun bedelini kim ödemeli?
Bu soruyu acilen tartışmamız gerekiyor. Açık olan bir şey şu: Bakım çalışmalarına yapılan yatırımların sektörün çok ötesinde etkileri var. Arjantin’den heyecan verici bir örnek vardı. Orada, milenyumun başındaki kriz sırasında devlet topluluklardaki insanları asgari ücretle çalıştıran bir program başlatmıştı. Yoksul mahallelerdeki kadınlar ücretli çocuk bakımı ve yemek pişirme hizmetlerini organize ettiler. Bu yoksullukla mücadelede iyi bir yoldu ve başarılı oldu. Kadınlar şunları söylüyordu: Birincisi artık işimizin ne kadar önemli olduğunu görüyoruz, ikincisi paramız var. Ancak düzenli işler tekrar ortaya çıktığında hükümet projeyi küçülttü. Kadın işleri yeniden ücretsiz iş haline geldi.
Bakıma muhtaç olanlar için temel gelir yetersizdir
Bazı solcular koşulsuz temel gelirin bakım işi için daha fazla alan sağlayacağını umuyor.
Evet. Bir yandan da temel gelirin refah milliyetçiliğine yol açma riski var. Bunu Danimarka’da görebilirsiniz. Ülke çok iyi organize edilmiş bir bakım ekonomisine sahip, ancak her zaman birisinin sizden bir şey alacağı korkusu var. Bir yabancının temel geliri alabilmesi için ülkede ne kadar süre kalması gerekir? Bakım işinin maliyetleri arttığı için, temel gelirin bugün zaten var olan bölünmeleri derinleştireceğinden korkuyorum. Yoksullar kişisel hizmetleri karşılayamıyor. Birisi bakıma muhtaçsa temel gelir yeterli değildir. Ayrıca toplumsal olarak gerekli iş ne olacak?
Temel geliri savunanlar, insanların bu işi ücret ödemeden yapabilecek kadar toplumsal olduklarını varsayıyorlar.
Peki bunu kim yapıyor? Hangi koşullar altında? İnisiyatif komitesi bu sektörü büyük ölçüde hafife alıyor. Ayrıca düşük ücret alan kişilerin çalışmayı bırakacağını da varsayıyorlar. Ancak yapılması gereken işler var. Bakıma ihtiyacım olduğunda ona güvenebilmeliyim.
Bana göre solcuların zenginliğin, refahın ve yaşam standartlarının yaratılmasında herkesin önemli olduğunu kabul etmeleri gerekiyor. Ben iş için radikal ödemeden yanayım. Geleneksel sol, işi ekonomik bir sorun olarak görüyordu. Toplum işi hangi koşullar altında nasıl organize ediyor? Temel gelir ise mevcut piyasaya dayanmaktadır.
Peki ya çalışamayanlar?
Ayrıca zorunlu çalışma gerektirmeyen ve sosyal haklarımızı kaybetmeden kazanabileceğiniz nispeten büyük marjlı iyi bir sosyal yardıma da ihtiyaç var. Ancak bunun dışında insanlara sosyal hizmetler için maaş ödenmesi gerekiyor. Hayatı zenginleştirecek o kadar çok iş var ki. Yaşamın anlamının aynı zamanda toplumsal olana olan ilgiyle de ilgisi vardır.
Avrupa ekonomisinin mevcut durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 2008 mali krizinden bir şeyler öğrenildi mi?
HAYIR. Avro Bölgesi bugün hâlâ istikrarsız bir durumda. Bankalar rehabilite edilmedi, Avro Bölgesi’nin güney ülkelerinde işsizlik çok yüksek ve bankacılık krizi hâlâ kamu maliyesindeki krizle yakından bağlantılı.
Yunanistan’a yönelik mantıklı bir politika nasıl olmalı?
Birincisi, Yunanistan’ın ekonomik olarak toparlanabilmesi için borçların iyice ertelenmesi gerekiyor. İkincisi, ülkenin farklı bir reform programına ihtiyacı var. Mevcut durum, ülkenin giderek daha da kötüye gitmesine ve sosyal ve ekonomik bozulmaya neden oluyor. Yanis Varoufakis ve Yunan hükümeti iki kez alternatif program sundu. Her iki öneri de ne Eurogroup’ta ne de diğer komitelerde, hatta kamuoyu önünde bile tartışılmadı.
Kapitalizmin sonunu hayal edebiliyor musunuz?
Ütopyalar hakkında pek düşünmüyorum. Ben daha çok ayaklanmalar ve krizlerle ilgileniyorum. Toplumsal uyanışı yaratanların onlar olduğuna inanıyorum.
https://www.woz.ch/1614/mascha-madoerin/hausarbeit-ist-notwendige-arbeit-punkt-amen
Mascha Madörins Website www.maschamadoerin.ch ist demnächst online.
Ana fotoğraf: derStandard
* Aktion Finanzplatz Schweiz (AFP)
İsviçre Finans Merkezi (AFP) kampanyası 1978’den bu yana paranın izini sürüyor. İsviçre finans merkeziyle ilgili en önemli konulara ilişkin araştırma, analiz ve kampanyalar örgütlüyor. Örgüt, İsviçre bankalarına giden diktatörlük ve yolsuzluk paralarının izini sürerek, Apartheid tazminat davalarını destekledi, gayri meşru borçların iptalini savundu ve borç krizinden çıkış yollarını gösteren çalışmalar yaptı.










