Skip to main contentSkip to footer

Kadın işçilerin kredi kartı borçlarıyla imtihanı

Bir kartın borcunu döndüremediğinde diğer karttan çekip ödeyen, borcunu kapatmak için bireysel kredi kullanan, yasal takibe uğrayan, ellerine para geçince işsiz kaldıkları dönemde biriken borcu kapatmak zorunda olan fabrika işçisi kadınlar… Üniversiteden az ya da çok borçlu mezun olan, iş bulabildiklerinde borçları azalacağına artan genç kadınlar… Türkiye’de gitgide büyüyen kredi kartı ve bireysel kredi borçları sorununu kadın işçilerin nasıl yaşadığına baktık.

Ücret

Türkiye’de kredi kartları ve bireysel kredi borçları ile ilgili sorun yaşayanların sayısı yıldan yıla artıyor. Sorun yaşayanların sayısının alarm veren seviyelere yükseldiği çeşitli haberlere yansıyor. Biz de bu sorunun sebeplerini, nasıl yaşandığını kadın işçilerle, yeni mezun olan ve iş hayatına yeni giren genç kadınlarla ve akademisyen Özge İzdeş ile konuştuk.

Metal işçisi Bengü kendini bildi bileli bu sorunu yaşıyor

Bengü 16-17 yaşından bu yana çalışan, İstanbul’da ailesiyle yaşayan bir kadın işçi. Ağırlıklı olarak metal işkolunda çalışmış. Şu anda işsizlik maaşı alıyor ve bu maaş ile yine birikmiş borçlarını kendi ifadesi ile “döndüremez durumda.” Küçük yaşından beri çalışmasına karşın bankaların kara listesine düştüğü durumlar da yaşamış.

Ne zamandır kredi kartı borçları ile ilgili sorun yaşadığı sorusuna “Neredeyse kendimi bildim bileli” diye yanıt veriyor.

Sorunun nasıl oluştuğunu şöyle anlatıyor:

“Çalıştığım dönemlerde kredi kartı kullanıyordum. Borcumu döndüremez duruma geldiğimde diğer kartlardan çekip borcu olan karta yatırıyordum. Faiz-taksitlendirme derken bir yerden sonra ne kadar ödesem de bitiremiyordum. Bu aşamada bankadan kredi çekip borcu kapatma yoluna gidiyordum.

Annesinin ihtiyaçlarını karşılıyor olmasının bu sorunla karşılaşmasında önemli bir faktör olduğunu anlatıyor. Babasının evin gıda ve benzeri ihtiyaçlarını temin ettiğini ama bunun dışında eve para bırakmayan biri olduğunu anlatıyor. Bu nedenle örneğin ameliyat gibi ya da diğer pek çok özel durumda annesinin ihtiyaçlarını karşılamak ona düşüyor.

Bengü’ye bugüne kadar kredi kartları ve bireysel kredilerin faizlerine ne kadar para ödemişsindir diye sorduğumuzda “bir sıfır araba alırdım o paralarla” diyor.  Kredi faizlerinin keyfi şekilde yüksek tutulmasından şikayet ediyor, bankaların bu şekilde haksız kazanç elde ettiğini düşünüyor.

Şöyle anlatıyor: “Örneğin 50 bin lira kredi çektiniz, diyelim ben bunu 12 ayda geri ödeyebilirim. Bir tablo çıkartıyorlar toplam geri ödeme 120 bin lira. Buna bir dur denmesi gerekiyor.”

Bengü’nün anlattığına göre bu tür sıkıntı uzun yıllar sürdüğünde insanlar bir yerden sonra “salıyorlar.” ‘Son nokta ne olabilir, 1-2 ay yatmış olurum’ diye düşünüyorlar.

İnsanların bankalara bu borçları keyiflerinden yapmadıklarını vurguluyor: “Öyle bir duruma geliyorsun ki, birinden borç istemektense bankaya borçlanırım daha iyi diyorsun. İşiteceğin sözleri duymak istemiyorsun. Yoksa kim ister ki böyle geceleri uykuları kaçsın, sorun yaşasın.”

Nurcan’ın biriken, ödenen, tekrar biriken borcu

Nurcan geçtiğimiz yaz bir gıda işkolu fabrikasında yaşanan sendikalaşma mücadelesi esnasında işten çıkarılmış, uzun direniş sonucu maddi haklarını almaya hak kazanmış bir kadın işçi.

Zaten eski fabrikasında çalışırken de birikmiş kredi kartı borçları varmış. Direnişin ardından yapılan anlaşma sonrasında aldığı tazminatları ile bu borcu kapatmış. Ama ardından dokuz aylık bir işsizlik dönemi sonrasında ancak geçtiğimiz ay bir iplik fabrikasında işe girebilmiş. Bu dönemde para bitince tekrar kredi çekmiş.

Kredi kartı, borcu için 15 aylık bir yapılandırma yaptırdığı için, şu anda kapalı. “Bir bankadan alıp öteki bankayı kapatıyorum” diye anlatıyor yaşadığı durumu.

Nurcan sekiz yıl önce boşanmış. Onunla yaşayan, şu anda eğitimlerini tamamlamış bir kızı ve bir oğlu var. Kızı çalışıyor ama oğlu henüz çalışmaya başlamamış. Ayrıldığı eski eşinin başlarda çocukların masraflarına destek olduğunu, nafakayı çocuklara elden verdiğini aktarıyor. Ama “Artık büyüdüklerini düşündüğünden olacak,” diyor, şimdi katkı yapmıyormuş.

Yeni işe girdiği iplik fabrikasında asgari ücretin bir tık üstü ücret alıyorlar. Çalışma düzeni 12 saatlik. Sekiz saatin üzeri fazla mesai ama kalmak istemediğin durumda servisle değil, kendi imkanınla eve dönmen gerekiyor. Bu mümkün olmadığı için aslında fazla mesai fiilen zorunlu. Fazla mesai dahil eline geçen ücretle işsiz geçen sürede biriken borcu yine kapatması gerekecek Nurcan’ın.

Nurcan kredi kartı borcu yüzünden yasal takibe düşmemiş hiç ama bankadan sürekli olarak aranmış. Sonunda da yapılandırma yapmış. Toplam ne kadar faiz ödemişsindir diye sorduğumda “Hesaplamadım ama çok” diyor. “Vergi kesintisi, faiz, elimizdeki para eriyip gidiyor” diye de ekliyor.

Özge İzdeş, İstanbul Üniversitesi

Borç sarmalı ve geçim kavgasında kadınlar daha çok zorlanıyor

Bu tabloyu ve bu tablonun kadın işçiler açısından nasıl yaşandığını akademisyen Özge İzdeş’e ile de konuştuk.

İzdeş Türkiye’de son yıllarda yaratılmış olan borç sarmalına işaret ediyor ve sebeplerini sıralıyor. Ona göre son yıllarda yaşanan yüksek enflasyon, ücret artışlarının enflasyonun çok gerisinde kalması, işsizlik ve hayat pahalılığı, toplumun tüm kesimlerini etkileyen bir borç sarmalı yarattı. Ve bu sarmaldan en çok etkilenenler de sabit gelirliler, güvencesiz işlerde çalışan ve düşük gelirli kesimler.

İzdeş istihdamda ve gelire erişimde büyük bir cinsiyet eşitsizliği olduğunu da unutmamamız gerektiğini hatırlatıyor. “Bu zorlu geçim kavgasında kadınların görece daha fazla zorlandığını bunun ise çok yüksek sosyal maliyetleri olduğunu görmek gerekiyor,” diyor.  

Maliyet enflasyonuna karşı iç talep baskılanarak çözüm arandı

İzdeş enflasyonun nedenlerini konuşurken ikiye ayırarak konuşulduğunu aktarıyor, bunlar maliyet enflasyonu ve talep enflasyonu.

Ve ekliyor: “Türkiye’de sorunun ortaya çıkışı itibariyle, yüksek döviz kuruyla ilişkili bir maliyet enflasyonu sorunu olmasına karşın, talebi baskılayacak politikalar ile yüksek enflasyonun maliyetine vatandaşın katlanması beklendi.”

Ancak şuna dikkat çekiyor ki iç talebin daralması, iç talebe bağlı üretim sektörünün küçülmesi ve istihdam olanaklarının azalması tehlikesini getirmekte.

İç talep yapısının gelir dağılımıyla yakından ilişkili olduğunu belirtiyor İzdeş. Çünkü geliri düşük olan kesimler, gelirlerinin tamamını harcayarak (hatta borçlanarak) ancak ihtiyaçlarını karşılarken, geliri yüksek olan kesimlerin tüm gelirlerini tüketime harcamayarak, tasarruf etme olanakları oluyor.

“Bu yüzden de gelir dağılımı adaletsizliği daha da artarsa, yani çok yüksek gelir sahibi olan en üst gelire sahip yüzde 20’lik grubun, o ülkede yaratılan toplam değerden aldığı pay çok yüksek olup orta ve alt gelir gruplarının gelir payı düşerse, bu durum geniş kesimlerin ihtiyaçlarını karşılamak için yeterince gelire sahip olamaması ve iç talebin daralması anlamına gelir,” diyor.

Şunları da ekliyor: “İç talebin daralmasının sosyal anlamını görmek gerek. Son açıklanan gelir dağılımı istatistiklerine göre en yüksek gelir grubu olan yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay yüzde 48,1 iken, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay ise yüzde 6,3 oldu[i]. Bu tablo en yüksek gelir grubunun toplam gelirin neredeyse yarısına sahip olduğu, toplumun geri kalan yüzde 80’inin ise gelirin kalan yarısını bölüşmeye çalıştığı bir eşitsizliği ortaya koyuyor.”

İzdeş bu büyüyen eşitsizlik tablosunun bir sonucuna dikkat çekiyor: En düşük gelir grubundaki haneler gelirlerinin yüzde 65’e yakınını sadece barınma (yüzde 33,2) ve gıda harcamaları (yüzde 30,4) için sarf eder duruma gelmiş[ii]. Yani ev kirası ve gıda harcamaları dışında, diğer tüm ihtiyaçlar için geriye bu hanelerin gelirinin sadece yüzde 35’i kalıyor. Bu da çok çeşitli zorunlu ihtiyaçlar için kaçınılmaz olarak borçlanmayı beraberinde getiriyor.

“Bu çark sen çıkmaya çalıştıkça seni giderek içine çekiyor”

Bu zorunluluğu ve borçluluğu nasıl yaşadıklarını beyaz et üretimi sektöründeki sendikalı bir fabrikada çalışan iki kadın işçiyle de konuştuk.

15 yıldır ücretli olarak çalışan Ayşe’nin iki çocuğu var eşi de çalışıyor. Şöyle anlatıyor: “Artan ihtiyaçlar karşısında çözümü kredi kartlarında bulmaya çalıştık. Sonrasında anladık ki daha büyük bir çarkın içine girmişiz. Bu çark öyle bir şey ki sen çarktan çıkmaya çalıştıkça seni giderek içine çekiyor ve burada ezildikçe eziliyorsun.  

Ayşe kredi kartı borcu ile ilgili olarak yasal takibe de düşmüş. Bir dönem sağlık sorunları sebebiyle çalışamadığını ve birikimi olmadığı için de kredi çekerek borçlandığını anlatıyor. “Tedavim biraz uzayınca çektiğim krediye tek maaşla yetişemedik ve yasal takibe girerek maaşımın 1/4’üne haciz geldi. O dönem hem maddi hem de psikolojik olarak sıkıntılar çektim. Düşünsenize bir ay çalışıyorsunuz ve elinize geçen maaş arkadaşlarınızdan düşük, sanki emeğinin karşılığını alamıyorsun gibi geliyor insana. Bir de bu durumu arkadaşlarınla paylaşamıyorsun utanıyorsun maaşımda icra var demeye. Aslında bunda utanılacak bir durum yok ama işte insan biraz ezik hissediyor. Sendikalı bir iş yerinde çalıştığım için toplu sözleşme farklarıyla borcumu kapattım biraz rahatladım.”

Masrafları karşılamak için ben değil ama eşim ek işlere gidiyor.

Aynı fabrika çalışan Zeynep, boşanmış kızıyla birlikte yaşayan bir kadın. Kredi kartı kullandığını ama harcama yaparken dikkat etmeye çalıştığını anlatıyor. “Çünkü ipin ucunu kaçırmaktan ve içinden çıkamayacağım borca bulaşmaktan korkuyorum. Her ay kredi kartı borcunu ödedikten sonra bir daha kullanmayacağım diyorum ama ay içinde kızımın ekstra ihtiyaçları için kullanmak zorunda kalıyorum” diyor.

“En son ne zaman kuaförde saçımı boyattığımı hatırlamıyorum”

Zeynep yasal takibe hiç düşmemiş. “En çok korktuğum şey de yasal takibe düşüp maaşıma haciz gelmesi. Maaşıma da haciz gelirse nasıl geçiniriz diye bazen düşündüğüm de oluyor” diyor.

Sendikalı bir iş yerinde çalıştığı için ücretlerinin asgari ücretten yüksek olduğunu söylüyor. “Fabrikada fazla mesai çalışması vs olduğunda da iki kuruş fazla alayım diye gönüllü kalıyorum. Bir şunu eklemek istiyorum. Kendimi birçok  arkadaşımdan şanslı gördüğüm bir konu da babadan kalma bir evde oturuyorum. Kira vermiyorum. Bir de kira versem hiç geçinemezdim. Çalışıyoruz çalışıyoruz ancak karnımızı doyuruyoruz. Kadınlar temel ihtiyaçlarına bile zor ulaşırken kişisel bakım kuaför kıyafet vs gibi ihtiyaçlarına bütçe ayıramıyor. Mesela ben en son ne zaman kuaföre gidip saçımı boyattığımı hatırlamıyorum.”

Yapay zeka ile üretilmiştir

Yeni mezun kadınlar çalışma hayatına borç ile başlıyor

Borç sarmalı üniversite mezunu, çalışma hayatına yeni başlayan genç kadınlar arasında da yaygın.

Örneğin Ankara’daki bir üniversitenin yabancı diller fakültesini bitirmiş olan Betül mezun olup ilk işine girdiğinde 10 bin lira kredi kartı borcu varmış. “Koşulları fena değildi” dediği bu ilk işinde kredi kartı borcunu kapatıp düze çıkabileceğini umuyormuş. Abisi ile beraber kiralık bir evde oturuyor olsa da “Ne de olsa tek başıma kira ödemiyorum” diye düşünüyormuş.

Ama işler umduğu gibi gitmemiş. Bir yıldan az bir süre çalıştığı bu ilk işyerinde çalıştığı süre bir kartla diğer kartın borcunu kapatarak geçirdiği ve borcunun katlandığı bir dönem olmuş. Bunun nedenleri yeni iş ile ihtiyaç haline gelen kıyafet, kozmetik alışverişleri, işyerine servis olmamasından kaynaklı karşılaştığı yol masrafları. Öyle ki Ankara’nın trafik keşmekeşinde işyerine zamanında ulaşmak için ya sabahları beşte kalkması gerekiyor Betül’ün ya da taksi tutması. Çoğu gün işe yetişmek için bu ikinci seçeneği kullanmak zorunda kalıyor. Sosyalleşmek için ya da eve yorgun döndüğü için dışarıda yenen ya da dışarıdan söylenen akşam yemekleri de bu tabloya ekleniyor.

İkinci bir işe geçtiğinde yine ücreti çok düşük olmadığı halde kredi kartı borcunun 200 bine dayandığını görmüş Betül. Ve bu borcu kapatmak için bir tüketici kredisi kullanmış. Biraz rahat etmek için borcunun 50 bin lira üzerinde, 250 bin lira kredi çekmiş. Şu anda kredi geri ödemesi düşüldüğünde aylığından elinde 10 bin lira kalıyor. Ve elbette bu para ona yetmiyor. Ailesinin ufak bir birikimini de kredi geri ödemesinde kullanmak zorunda kalmış, bu durum onu ayrıca utandırıyor.

Okul uzayınca kredi çektim

Pelin ise Pamukkale Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği fakültesinden yeni mezun olmuş. Onunla konuştuğumuzda çalışmaya başlayalı henüz beş gün olmuştu. Bulduğu iş sebebiyle aniden İzmir’de ev açması ve yerleşmesi gerekmiş Pelin’in. Ailesi ve çalışan ablaları ona destek olduğu için bu işin altından kalkmış ama diğer yandan da geçmişten de gelen kredi kartı borçları katlanmış bu süreçte. Öğrencilik döneminde nasıl borç yaptığını şöyle anlatıyor: “Bana burs çıkmadı, kredi de dört yıl boyunca kullanmadım. Ama okul bir dönem uzayınca son yıl kredi çektim. Bu dönemlerde gelip geçici işlerde de çalıştım. Beşinci yıl artık aileden destek almadan kendim geçinmeyi denedim. Kira ve diğer masraflar için hem çalışıp hem de kredi çektim. Sabahları okula gidip akşamları bir arkadaşın kafesinde çalışıyordum. Baktım borçlanıyorum iş arama sürecinde aile yanına dönmeye karar verdim. Derken İzmir’deki iş olunca bu sefer daha büyük masraf oldu. Aslında maaş iyi ama yarısı kiraya gidecek ve yine zor olacak.”

Aktardığına göre çoğu arkadaşı da kendisi gibi daha öğrenim hayatında borç yapıyor. Kredi kartlarının bir ay asgarisini ödediklerinde “Bu ay tamam” diye düşünüyorlar ama bir sonraki ay daha büyük bir borçla karşılaşıyorlar. Ve bu girdap içinden çıkamıyorlar.

Pelin arkadaşlarının birçoğunun mezun olduktan sonra aile yanına dönme kararı almak zorunda kaldığını anlatıyor. Aslında elektrik-elektronik mezunları olarak sektör avantajları olduğunu ama aile yanına döndüklerinde yerellerde bu sektörde iş olanakları olmadığını söylüyor. Ve birçok firma stajyer çalıştırmayı tercih ediyor.

Gelir düşüklüğü borçlanma açısından daha kırılgan kılıyor

Akademik çalışmalarını sosyal bilimler ve iktisat alanlarında sürdüren Özge İzdeş kadın işçilerin yaşadığı borçluluk durumlarını kadın ve erkekler arasındaki eşitsizlikler bağlamında da yorumluyor.

Yüksek enflasyon seyrinin yanı sıra Haziran 2025 itibarıyla, iş arama ümidini kaybetmişleri de içeren işsizlik tanımına göre (atıl işgücü oranı) işsizlik oranının rekor düzeye ulaşarak yüzde 32 olduğuna dikkat çekiyor. Ancak cinsiyet ayrımı ile baktığımızda bu rakamlar daha da çarpıcı; erkeklerde yüzde 27.5 iken kadınlarda ise yüzde 41. İzdeş’e göre bu durum toplam nüfusun üçte birinin, kadınların ise neredeyse yarısının işgücü piyasası ile süreksiz ve eğreti bir ilişki içinde olduğunu göstermesinin yanı sıra piyasanın istihdam olanağı vaad etmeyen yapısını ortaya koyuyor.

İzdeş kadınlara yüklenen bakım sorumluluklarının, onların istihdama katılmamasına ve istihdamdan daha sık çekilmesine neden olduğuna dikkat çekiyor. “İstihdama katılan kadınlar ise emek piyasasında erkeklere kıyasla daha düşük ücretlerle, daha çok kayıt dışı veya yarı zamanlı çalışmakta; ücretsiz bakım emeği sorumluluğu kadınların ekonomik faaliyetlere katılımını sınırlandırmaktadır. Özellikle yalnız yaşayan kadınlar, yaşlı bakımını üstlenen kadınlar veya küçük çocuğu olan kadınlar için bu durum daha belirginleşmekte. Kadınların kazançlarının düşük olması, kişisel tasarruf yapmalarını zorlaştırmakta, onları borçlanma açısından daha kırılgan hale getirmektedir” diyor.

Yapısal cinsiyetli yükümlülükler

İzdeş’in verdiği rakamlara göre kadınların evi geçindiren durumda olduğu hanelerin ortalama gelir düzeyi düşük olduğu için, aylık tüketim harcamaları erkeklere göre çok daha düşük (37.553 TL karşısında 48.262 TL).  Kadınlar ve erkeklerin harcama örüntüleri de farklı. Şöyle anlatıyor: “Kadınlar, sahip oldukları gelir ile öncelikle çocukların ve evin temel ihtiyaçlarını karşılama eğilimindeyken erkeklerin kişisel ve keyfi harcamalara yönelme eğilimi olduğunu gösteren araştırmalar var. Bu harcama eğilimi farklılığı nedeniyle dünya genelinde kalkınma kurumları yoksulluk programlarında genelde hanelere yapılan yardımları kadına verirler ki, hane üyelerinin ihtiyaçlarının karşılanması için harcansın. Kadınların gelire erişimindeki sorunlar bu anlamda hem cinsiyet eşitsizliği açısından yakıcı hem de hanenin diğer üyelerinin refahı açısından sonuçları var.”

İzdeş’e göre bu harcama örüntülerindeki farklılık üzerinden kadınların borçluluğunun nedenlerine ilişkin de tahminde bulunabiliriz. Kadınlar hane içi ihtiyaçları bu anlamda hem ücretsiz bakım emekleriyle hem de gelirlerini harcayarak karşılamaya çalışıyorlar. Dolayısıyla kadın çalışanların borçlarına ilişkin şu değerlendirmeyi yapıyor: “Haneye dönük, en temel ihtiyaçların karşılanması için yapılan harcamalar ve hane döngüsünün devamlılığını sağlayabilmek için içinden çıkılamayan bir borç sarmalı.” 

Tek başına ev geçindirmeye çalışan kadınların durumunun çok daha zor olduğuna dikkat çekiyor. Bu kadınların, özellikle de çocukları ya da bakmakla yükümlü oldukları diğer yakınları olanların gelir giderlerini dikkatli yönetme çabalarıyla bakım sorumlulukları arasına sıkıştığını anlatıyor. “Burada borçlanma tüketim arzusunun değil, bakım emeğini sürdürebilme zorunluluğunun bir sonucu.  Borç sisteminin bireysel kararlar gibi görünse de aslında yapısal ve cinsiyetli yükümlülüklerle örülü olduğunu gösteriyor.” diyor.

Nafakaların ve sosyal güvenlik sisteminin yetersizlikleri

Kadınların yaşadığı borç sorununda önemli nedenlerinden birinin de nafakaların yetersizliği ve devletin denetimsizliği, bakım sorumluluğunu kadınların omzuna bırakması olduğunun altını çiziyor İzdeş.

Sosyal güvenlik sistemindeki yetersizlikler ise kadın işçilerin yaşadığı borç sarmalı sorununda İzdeş’in dikkat çektiği bir başka sebep:

“Yaşananlar Türkiye’de sosyal güvenlik sisteminin hem gelir güvencesi (örneğin işsizlik sigortası, hastalık izni) hem de sağlık harcamaları açısından çalışanları nasıl yetersiz koruduğunu gözler önüne seriyor. Özellikle kadınlar, düşük ücretli işlerde çalıştıkları ve evin bakım yükünü de üstlendikleri için bu tür krizlerde daha hızlı kırılganlaşıyorlar.” diyor.


[i] TÜİK, Gelir Dağılımı İstatistikleri, 2024
[ii] TÜİK Hanehalkı Tüketim Harcamaları 2024

Ana Fotoğraf: Gazete Oksijen

Yazarın Diğer Yazıları

İlginizi Çekebilir

Son Yazılar