Skip to main contentSkip to footer

Jane McAlevey’in ardından: Yeni bir sendikal örgütlenme modeli geliştirdi

Geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz, sendikacı, örgütlenme uzmanı, teorisyen Jane McAlevey “Hiçbir özgürlük hareketi çoğunluk katılmadan başarıya ulaşamaz” diyordu. Yaşamı boyunca yürüttüğü örgütlenme faaliyetlerinde, sendikal kampanyalarda, öncülük ettiği grev ve direnişlerde bu doğrultuda hareket etti. Elde ettiği deneyimlerle teoriyi birleştirdi. Ölene kadar mücadele içindeydi…

Uluslararası

Bazı insanları yaşarken değil de ölümü vasıtasıyla tanıyoruz ne yazık ki… Enternasyonalist sendikacı Jane McAlevey’i ölümü nedeniyle tanımaktan, sendikal alanda kalem oynatan biri olarak mahcubum. Arkadaşları onun anısına yazarken dünya ölçüsünde pek çok işçiye ulaşan fikirleri sayesinde yaşayacak, diye teselli buluyorlar. Umarız öyle olur.

Jane, 7 Temmuz 2024’de Muir Beach’teki evinde multipl miyelomdan yaşamını yitirdi. 59 yaşındaydı bir süredir dünyanın çeşitli yerlerinde sendikacılık konusunda bilgi ve deneyimlerini paylaşıp, kampanyalar örgütleyip, kitaplar yazarken bir yandan da kanserle mücadele ediyordu. Ölümünden sonra pek çok sendikal yayın ve sol gazetede yaşam hikayesi anlatıldı. Wikipedia’da geniş bir biyografisi var. Bu yazı, Jane’nin de zaman zaman yazdığı Amerikan sol haberler sitesi Jacobin’de arkadaşı siyasi yorumcu Ethan Earle tarafından yazılan makalenin çevirisinden hareketle yazıldı.

McAlevey hastalığına rağmen son ana kadar çalışmalarını bırakmayanlardan, tatili olmayanlardanmış. Son dönemlerinde Hudson nehri kenarında yaptığı bisiklet turlarıyla dinlendiğini anlatıyormuş çevresindekilere… Rosa Lüksemburg Vakfı tarafından örgütlenen bir toplantıya katılacakmış. Ama olamadı. Sağlık nedeniyle Berlin’de düzenlenen son yayını “Toplu Pazarlıkta Güç Oluşturmak” onuruna düzenlenen bu özel etkinliği iptal etmek zorunda kaldı. Alman Hizmet Sendikası (ver.di) ve Rosa-Luxemburg-Stiftung tarafından planlanan kitap tanıtımı ve panelin amacı, Berlin ve Gießen-Marburg’dan sendikacılarla birlikte toplu pazarlık deneyimlerini ve modellerini tartışmak ve bu konuda bir alan açmaktı.

Sendikal alanda pek çok kampanyalar yürütmesinin yanı sıra güç(iktidar) için örgütlenme, toplu sözleşmelerde kazanmanın yolları gibi kritik konularda yazarak sendika araştırmalarına yeni bakış açıları getirdiği, onu tanıyanların ortak düşüncesi… Earle son 10 yılında dört kitap yazdığını belirtiyor.

Alman Hizmet Sendikası VERDİ internet sitesinde onun için “Sendikal örgütlenme anasını kaybetti” diye başlık atmış… Yıllarca bu alanda mücadele veren biri olarak annelik üzerinden tanımlanmayı nasıl karşılardı, bilemeyeceğiz… Ama bu tanım bize VERDİ’deki patriyarkal zihniyet yapısı hakkında bir bilgi verebilir. Yazının devamında dünya sendikal hareketinin büyük boşluk bıraktığını, etkilerinin Amerika ile sınırlı olmadığını dünya çapında sendikal harekete yön verdiğini de ekliyorlar. Bu doğru… Sendikal alanda teorisi olan ama aynı zamanda pratik içinde de yer alan nadir kadınlardandı.

Jane McAlevey 12 Ekim 1964 tarihinde New York’ta doğdu. Beş yaşındayken annesini meme kanserinden kaybetti. Jane’in babası John McAlevey İkinci Paylaşım Savaşı sırasında savaş pilotluğu yapmış muhalif bir adamdı. Onu daha küçük yaştan itibaren Vietnam Savaşı karşıtı gösterilere götürüyordu. New York eyalet siyasetinde önemli ilerici bir politikacıydı. Jane küçük yaştan itibaren babasının yer aldığı eylemlerde kendi deyimiyle ona destek atıyordu. Faşizme karşı ömür boyu süren nefreti, siyasi mücadelede ön saflarda savaşmak gerektiğini babasından, annesinden ise hayatın geçici olduğunu ve bir saniyesinin bile boşa harcanmaması gerektiğini öğrendiğini yazıyor bir yazısında.

Hiçbir özgürlük hareketi çoğunluk olmadan kazanılamaz

Amerika’nın saldırgan dış politikasını eleştiriyor, hiçbir konuda lafını da sakınmıyordu. Daha sonda New York Eyalet Üniversitesi Öğrenci Birliği’nin başkanı oldu. Güney Afrika’daki Apartheid rejiminin tasfiyesiyle sonuçlanan bir kampanyaya öncülük etti.

Üniversiteden sonra Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin önderlik ettiği devrimi desteklemek için Nikaragua’ya gitti. Orada bir gerilla ona şunu söyledi: “Gerçekten ABD emperyalizmini parçalamaya kararlıysan, canavarın bağrında savaşman gerekir.” Her zaman iyi bir dinleyici olan Jane yaşamı boyunca tam da bunu yaptı.

Amerika Birleşik Devletleri’ne döndükten sonra birkaç yılını çevre hareketinde geçirdi ve ardından Martin Luther King Jr. ve Rosa Parks’ın da aralarında bulunduğu bir nesil sivil haklar liderini yetiştiren Highlander Araştırma ve Eğitim Merkezi’nde çalışmaya başladı.

Highlander’da çalışırken yaşamının sonuna kadar ona eşlik edecek bir aydınlanma yaşadı. Kadınların özgürlük hareketinden, ırksal eşitlik hareketine oradan iklim adaleti hareketine kadar zamanımızın tüm önemli mücadeleleri çoğunluğun katılımı olmadan kazanılamazdı.

Bu düşünce, Amerika İşçi Sendikaları Federasyonu ve Endüstriyel Örgütlenme Kongresi (AFL-CIO) ile başlayan ve ardından Hizmet Çalışanları Uluslararası Birliği’ne (SEIU) doğru ilerleyen çalışmalarında yol gösterici oldu.

Jane, sonraki 20 yıl boyunca, çok sayıda sendikada işçi hareketi için çalıştı. Nevada’dan Philadelphia’ya, Los Angeles’tan Berlin’e kadar çok sayıda yüksek katılımlı sendikal kampanyaların kazanılmasında kritik bir rol oynadı ve binlerce işçiye maddi kazanç sağladı.

Sendikalardaki “yüzeysel örgütlenme” modeli

İşçilerin yeterince hazırlıklı olmadığı ve kazanma şanslarının bulunmadığı durumlarda asla kavgaya sürüklenmemesi gerektiğini düşünüyordu. Bu onun yenilgiden korktuğu anlamına gelmiyordu -her ciddi örgütleyici gibi o da bazen hem kampanyalarda hem de sendika ortamında yaralayıcı zorlu iç anlaşmazlıklarda yenilgiye uğramıştı – ama işçileri asla kurtların önüne atmadı.

Jane’in kampanya deneyimleriyle oluşturduğu temel emek örgütlenmesi teorisine göre, Amerikan sendikaları 20. yüzyılın ilk yarısında geliştirilen örgütlenme anlayışından uzaklaşarak “sığ(yüzeysel) örgütlenme” modeline göre örgütlenmeye başlamıştı. Göstermelik bir seferberlik söz konusuydu, ne yapılacağına dair herhangi bir plan olmaksızın insanlar birden eyleme davet ediliyordu.

O işçilerin ve paylaştığımız gezegenin iyiliği için bu eğilimin tersine çevrilmesi gerektiğini savundu. Kendi deyimiyle kazanmak için “tüm işçilerin örgütlenmesi”nin, inandırıcı bir şekilde tehdit etme ve gerilimi tırmandıran eylemler gerçekleştirme kapasitesine sahip, disiplinli, çoğunluk liderliğindeki kampanyalar oluşturmanın anahtarı olduğunu savundu. Greve kadar pazarlığın başarısı da grevlerin kazanılması için de “tüm işçilerin” örgütlenmesi gerekiyordu.

Bu argümanları ve derin örgütlenmenin gerektirdiği yöntemlerin kapsamlı bir taslağını, 45 yaşındayken üniversiteye geri dönmeye ikna olduktan sonra karakteristik çılgın enerjisiyle yazmaya başladığı bir dizi kitapta ortaya koydu. New York Şehir Üniversitesi’nde ünlü sosyolog Frances Fox Piven’ın gözetiminde yüksek lisans yapmak üzere dönmüştü üniversiteye.

Grev muhabiri oldu

İlk kitabı Raising Expectations(and Raising Hell)’de (Beklentileri Yükseltmek ve Cehennemi Harlamak) işçi hareketi örgütlenmesinin ilk 10 yılı boyunca gelişen değişim teorisinin temel ilkelerini özetledi. Kitap Nation dergisi tarafından “2012’nin en değerli kitabı” seçildi ve daha sonra “grev muhabiri” olarak çalışmaya başladı.

2016 tarihli kitabı No Shortcuts: Organizing for Power in the New Gilded Age (Kısayol Yok: Yeni Yaldızlı Çağda Güç İçin Örgütlenmek) doktora tezine dayanıyordu ve kalıcı toplumsal değişimin ancak örgütlenmenin işçiler ve sıradan insanlar etrafında inşa edilmesiyle gerçekleşebileceğini savunarak en kapsamlı teorik analizini sunuyordu. Bu teori binlerce sendikacı tarafından çalışma gruplarının temeli olarak işçi hareketinde yaygın olarak kullanılmaktadır.

2020’de yayınlanan üçüncü kitabı Toplu Pazarlık: Sendikalar, Örgütlenme ve Demokrasi Mücadelesi, işyerine yönelik saldırılar ile demokrasi arasındaki bağlantılara ve sağ kanadın taktiklerinin nasıl aşılabileceğine odaklanarak bakış açısını genişletti.

En son kitabı Kazanılacak Kurallar: Sendika Müzakerelerinde Güç ve Katılım’ı (Abby Lawlor’la birlikte), hastayken tamamlandı. Bu son kitabında o ve Abby, sendika müzakerelerinin nasıl demokratikleştirileceğini ve şeffaf, büyük ve açık müzakereler uygulayarak işçi gücünün nasıl inşa edileceğini anlatıyorlardı.

Ethan Earle çalışmayı “Mikro düzeydeki kampanya analizi ile rakiplerimizin gücü nasıl anladığı ve kullandığı ve onları yenmek için ne gerektiğine ilişkin makro düzeydeki çıkarımlar arasında ileri geri- ritmik bir salınım olarak gördüğü”nü yazıyor. Bu etkileşimin, yolun her adımında işçilerin sesleri, eylemleri ve somut deneyimleriyle yönlendirildiğini, belirtiyor.

Jane yukarıda da belirtildiğim gibi Alman sendikal hareketi tarafından yakından takip edilen görüşleri benimsenen bir kadındı. Pek çok Alman sendikacı yıllardır yaptığı örgütlenmeler sırasında geliştirdiği sendikal örgütlenme modelini biliyor ondan bu konuda yardım talep ediyordu. Earle kendisinin de onunla 2019’da, Rosa Luxemburg Vakfı için çalışırken çevrim içi bir eğitim çalışmasında tanıştığını yazıyor. İçinde yer aldığı bu sendikalı uzmanların durumunu şöyle özetliyor: “Uluslararası ilerici toplulukta, sadece büyük kalabalıklar yaratmakla kalmayıp aslında kazanabilecek kampanyalar yürüten kanıtlanmış örgütlenme yöntemlerine olan talebin arttığını da fark ediyorduk.” Hepsi değil ama sendikalı uzmanlar arasında Batı’da işi ciddiye alan bir grup insan bulunuyor demek ki… Bizdeki başkanım ne derse doğru odur, diyen uzman tipinden farklı olarak…

İktidar için örgütlenme

Jane şüpheciydi. Her iyi örgütçü gibi o da bire bir, yüz yüze toplantılara büyük değer veriyordu. Earle yine, bu ilk pilot eğitime iki bin kişinin katıldığını “Güç için Örgütlenme” veya O4P olarak adlandırılan altı haftalık programda, o zamandan beri 115 ülkeden ve 19 dilde bin 800’den fazla kuruluştan kırk binden fazla kişiye eğitim verildiğini, dünyanın pek çok yerinden sendika uzmanının katıldığı bu eğitimin çoğunda uzman eğitmen olarak Jane McAlevey’in ders verdiğini anlatıyor. “Mayıs-Haziran 2024’te düzenlenen ve açılış oturumunda Jane’in yer aldığı en son “Ana Temeller” programımız, 480 kuruluştan 7 bin 500 kişiyi ağırladı. Bu arada O4P mezunları Tanzanya’dan Peru’ya, Endonezya’dan İskoçya’ya kadar büyük örgütlenme zaferlerine imza attılar.”

Jane’nin NewYork ve Körfez bölgesinde evim dediği iki çalışma yeri varmış, son yıllarda buralarda oturup, sabahın 06.00’dan itibaren çalışmaya başlıyormuş.

Onun bir başka özelliği de baskıcı sendikal yasalara sahip ülkelerdeki tutuklu sendikacıların bırakılmasına yönelik yürüttüğü kampanyalardı.

“Hayatındaki tüm insanlara, hayatlarına dokunduğu tüm insanlara, hiç tanımadığı dünya işçilerine derinden değer verdi. Bazıları bunu iyi bir örgütçü olmanın işareti olarak görebilir öyleydi de. Ancak kameralar kapalıyken, kazanılacak bir zemin olmadığında bile Jane orada oluyor, dinliyor, notlar alıyor ve rakibine ileriye giden yolda ışık tutacak özenli, delici sorular soruyordu.”

Son derece çalışkan, yaptığı işi, işçi sınıfını seven, pratiğe ve sınıfın kitlesel gücüne inanan Jane McAlevey’in boşluğu doldurulamaz, böyle kadınlar kolay kolay dünyaya gelmiyor çünkü. Umarız kitapları Türkiye’de de okunur, sendikal örgütlenme modelleri ciddiye alınır ve tartışılır.

https://jacobin.com/2024/07/jane-mcalevey-organizing-for-power-trainings

https://www.verdi.de/themen/nachrichten/++co++57a3d3d6-1be0-11ee-9439-001a4a16012a

Fotoğraf: Rosa Lüksemburg Vakfı

Yazarın Diğer Yazıları

İlginizi Çekebilir

Son Yazılar