Skip to main contentSkip to footer

İmeceden Sendikaya: “Ev İşi İş Ev İşçisi İşçidir”

Adıyla müsemma İmece Ev İşçileri Sendikası yılladır “Ev işi iş, ev işçisi işçidir” diyerek, ev işçisi kadınların çalışma koşullarının iyileştirilmesi, hak gasplarının görünür olması, yasal hakların elde edilmesi için mücadele ediyor ve sendikalaşmak için çalışıyor.

Örgütlenme/Sendika

İmeceye gitmek, gönüllü olarak işleri yapıvermek, bugün onun tarlasına biber toplamaya yarın benim salçamı çıkarmaya, sonraki gün bir başkasının halılarını yıkamaya, camlarını silivermeye… Elden ele, gönülden gönüle, dayanışmayla… Kadınların köyde, mahallede birbirlerinin işlerini kolaylayıvermesi ve elbette ki işlerin el birliği ile yapılıvermesi. Dayanışma kuşkusuz bu işin en güzel yanı, peki iş, iş ne? Görünmeyen, karşılıksız, değersiz kabul edilen bu iş bir de ücretli olarak yapıldığında işler daha da çetrefilli bir hal alıyor, görünmeyenler ayyuka çıkıyor. Adıyla müsemma İmece Ev İşçileri Sendikası yılladır “Ev işi iş, ev işçisi işçidir” diyerek, ev işçisi kadınların çalışma koşullarının iyileştirilmesi, hak gasplarının görünür olması, yasal hakların elde edilmesi için mücadele ediyor ve sendikalaşmak için çalışıyor. İmece kültürünün dayanışma tarafı baki, görünmeyen tarafı ise İmece’yle birlikte iş ve çalışma. Uzun yıllardır ev işçilerinin sendikal mücadelesi için çalışan İmece ile ev işçilerinin çalışma koşullarını, sendikayı, yasal hakları, emsal davaları konuştuk.

Ev işçilerine sigorta

İmece yıllardır var. Başladığınız noktadan bugüne kadar neler değişti sizce? Ev işçilerinin haklarına yönelik kazanımlar ya da kayıplar yaşandı mı?

İmece olarak faaliyete 2000’lerin başında başladık. Yoksul mahallelerde güvencesiz çalışan kadınlar arasındaki faaliyetimiz sürerken, önce İmece Gündelikçi Kadınlar Birliği, 2013’te de İmece Ev İşçileri Sendikasını kurduk. İlk başlarda ev işçilerine işçi demek, ev işinin iş olduğunu ve ev işçisinin işçi olduğunu söylemek garip karşılanıyordu. Şimdi bu konuda tereddüt duyulmuyor. Ev işçileri arasında çalışmalarımız güçlenince alanı daha fazla tanımak istedik, ev işçileri arasında bir anket çalışması yaptık. O zaman kurucularımızdan Meral Apak arkadaşımız, bu anket çalışmasını bizzat yürütüp, 2000’lerde çıkardığımız Kadmer dergisinde değerlendirmesini yapmıştık. Bu ankette ev işçisi kadınlar kendilerini “ev kadını” olarak tanımlıyor, 3-5 yıl sektörde çalışsalar bile geçici olarak bu işi yaptıklarını söylüyorlardı. Şimdi ev işçileri, işçi olduklarını söylemekten çekinmiyor. Üstelik hak aramak için mahkemelere de başvuruyorlar.

2011’de cam silerken camdan düşerek yaşamını yitiren ev işçisi Fatma Aldal’ın ardından başlattığımız hukuk mücadelesi, kamu spotu yayınlamamız, kampanyalarımız ve basına sürekli çıkarak bu konuyu duyurmamızın ölümlü iş kazalarının azalmasında payı olduğunu düşünüyoruz. Şu anda ev işçilerinin iki sendikası var. İmece Ev İşçileri Sendikası ve Evid-Sen. Biz bu gelişmeyi de bir kazanım olarak görüyoruz. Pandemide hem İmece Ev İşçileri Sendikası’nın hem de Evid-Sen’in, ev işçilerinin pandemi koşullarında karşılaştığı sorunları raporlaması, İmece Ev İşçileri Sendikası olarak yerel yönetimleri ve iktidarı harekete geçirmek için partilerle, belediyelerle yaptığımız görüşmeler önemliydi. Ev işçileri daha fazla görünür hale geldi, taleplerimiz daha fazla biliniyor. Uluslararası ev işçileri örgütleriyle de bu süre içerisinde ilişkimiz ilerledi. İmece olarak, hem Uluslararası Ev İşçileri Federasyonu (IDWF) hem de Avrupa Gıda, Tarım ve Turizm Sendikaları Federasyonu (EFFAT) üyesiyiz. EFFAT’ın Ev İşçileri Seksiyonu, IDWF ile ortak çalışmalar yürütüyor. Dolayısıyla, uluslararası alanda da Türkiyeli ve Türkiye’de çalışan göçmen ev işçileri temsil ediliyor.

Ancak şunun da farkındayız, sendikamız 10 yılı geride bıraktı; çok genç bir sendika. Örgütlenme sorunlarımız çok ve bu konuda çözüm arıyoruz. Kayıtlı çalışmanın artması burada önem kazanıyor. Ancak bu konuda işverenlerin niyeti olsa bile ev işçisinin pratikte sigortalanmasının ciddi zorlukları var. Biz fabrika ve ofiste çalışmıyoruz. Çalıştığımız yerler evler, ev kar eden bir kuruluş değil. Biz de bu konuyu gündemleştirdik ve ev hizmetlerinde kolay sigortalamaya geçilmesi ve sigorta teşviki verilmesi için taleplerimizi Ankara’ya götürdük. O dönem iktidar partisinin konuyla ilgili düzenlediği çalıştaya katılarak eleştiri ve önerilerimizi yaptık. Ancak önerilerimiz dikkate alınmadı. İnternet üzerinden sigortalamaya dair nispeten kullanışlı bir uygulama dışında hukuki düzenlemenin faydası değil zararı oldu. Ev işçilerine “müjde” olarak sunulan düzenleme ile ev işçilerinin 5510 sayılı yasadaki hakları tırpanlandı ve sigortalanma için ayda 10 gün ve daha fazla çalışma şartı getirildi. Bu her şey bir yana anayasaya ve yasalara aykırı bir durum. Ayrıca ev hizmetleri ücretsiz ev emeğinin uzantısı olarak görülüyor. Ev içinde yapılan bu emeğe saygı, bu emeğin haklarını korumasını ciddiye alma konusunda dirençler var. Hem ILO C189’un imzalanması, hem ev hizmetlerinin iş yasası kapsamına alınması, hem de 10 gün ayrımı getiren yasanın kaldırılması için bugüne kadar TBMM’ye sosyalist feminist vekillerimiz eliyle verdiğimiz kanun tekliflerinden şu ana kadar olumlu bir sonuç alamadık.

Gündelikçi belgeseli dönüm noktası oldu

Ev işçileri sendikası olarak özgün bir alanda çalışıyorsunuz. Sendikalaşma süreciniz nasıl oldu? Biraz bahseder misiniz?

Sendikalaşma sürecimizin özgün bir hikayesi var gerçekten. İmece, yola bir sendika kurmak için çıkmadı. İlk tohumlar, yoksul emekçi kadınların örgütlenerek ve mücadele ederek güçleneceği bir deneyim yaratmak için erkeklerden, iktidardan, sermayeden bağımsız bir kadın örgütü kurmak hedefiyle Esenyurt’a giden sosyalist devrimci kadınlar tarafından atıldı. Zamanla ev işçileri İmece çatısı altında toplanmaya başlayınca, kurulan kadın meclisinde bir araya gelip konuştukça, tartıştıkça bu çalışmanın içinden İmece Gündelikçi Kadınlar Birliği çıktı. 2009’da 3 ev işçisi Pendik Kurtköy’de Tepeören villalarında temizlikten evlerine dönmek için durakta beklerken hız yapan bir aracın altında kalıp yaşamını yitirdiğinde sokaktaki ilk tepkimizi ortaya koyduk. Bir minibüs kiralayarak Esenyurt’tan Kurtköy’e gittik ve o gün hepimizi çok etkiledi, yaşamını yitenlerden birinin ayakkabısı daha kazanın yaşandığı yerdeydi. Mesafe çok uzak olduğundan basına duyurduğumuz saatten çok geç gidebildik ama basın hala oradaydı, ana akım televizyonların hepsi orada bizi bekliyordu, bizi görünce adeta üstümüze hücum ettiler. O zaman konuşma yapan ev işçisi arkadaşlarımızın konuşmalarına yayında çok az yer verip, bol bol mağdur edebiyatı yapmışlardı. Buna arkadaşlarımız tepki gösterdiler ve daha sonraki basından gelen davetlerde hep bir pazarlık oldu bu konu.

2011’de Fatma Aldal’ın camdan düşerek yaşamını yitirmesi de ev işçileri için önemli bir kampanyanın başlangıcı olmuştur. Arkasından maalesef yine bir iş cinayetinde yaşamını yitiren Rukiye Şimşek kampanyası geldi. Bu davalar çok uzun sürdü ve her duruşmadan sonra kamuoyu adliye önlerinde yaptığımız basın açıklamalarında bilgilendirildi. Ayten Kargın ve Minire İnal davası da aynı şekilde basının ilgisiyle sürdü ve her aşamada kamuoyu bilgilendirildi.

İmece’nin ev işçileriyle ilgili faaliyetlerini görünür olmaya başladığında ev işçileri konusuna ilgi duyan belgeselciler bize ulaşmaya başladı. 2006’da sevgili Emel Çelebi bir eylemde arkadaşlarımıza ulaştı ve belgesel serüvenimiz böyle başladı. “Gündelikçi” belgeselinin birçok sahnesi İmece’de ya da ev işçisi arkadaşlarımızın evlerinde çekildi. Belgesel gösterime girdikten sonra gördük ki belgesele bizim katkımız kadar çekimler de bize çok şey katmış. Ev işçilerinin örgütlenmesinde, özgüvenin artmasında ve sesimizin geniş kesimlere ulaşmasında Gündelikçi belgeselinin yeri ayrıdır. Bir taraftan yaşadıklarımızı aktarırken, bir taraftan da kendimizi keşfediyorduk. Kadın olarak, işçi olarak öğrendiğimizi ve hızla politikleştiğimizi görüyorduk. Sendika ve sendikalaşma fikri de “Gündelikçi” belgeselinin festival gösterimlerinde bize gelen “Ne zaman sendika kuracaksınız?” sorusuyla kafamızda canlanmaya başladı. Önce bir kadın sendikası kurabilir miyiz diye araştırmaya başladık. Hatta çalışmalarımızı epey bir süre İmece Kadın Sendikası Girişimi olarak yürüttük. Bu deneyimin ardından ev işçileri sendikası kurmanın daha doğru olacağının karar verdik. Bu arada sendikalar yasasının değiştirilmesi gündeme gelmişti. Sendikalar yasasının ev işçilerini kapsayıp kapsayamayacağı sorusu vardı, çünkü ev işçileri 4857 sayılı iş yasasında 4. madde (e) bendinde yasadan hariç tutulmuştur. Yani işçi sayılmayınca işçi sendikası da kuramıyorsunuz. Bir taraftan çalışmalarımızı sendika girişimi olarak sürdürürken, bir taraftan da sendikalar yasasındaki değişiklikler için yürütülen tartışmaları izliyorduk. Yeni yasada küçük bir kapı aralığı vardı, bizim de içeri girebileceğimiz. 2013’te hazırlıklarımızı tamamlayarak sendikamızı kurduk. Aslında sendikamızın kuruluşunun resmileşmesi, devletin yasalarının ne denli tutarsız olduğunun da göstergesi. Ev işçileri iş kanununa göre işçi değil, ama ev işçileri sendika kurabiliyor. İmece Ev İşçileri Sendikası’nın resmi olarak kurulmuş olması, otomatik olarak 4857 sayılı kanunun 4. maddesi ile işçi sayılmama safsatasını da geçersiz kılıyor.

Yine sevgili Emel Çelebi’nin çektiği Külkedisi Değiliz belgeseli, tüm bu sendikalaşma süreçlerini çok güzel anlatıyor. İmece kurulduğundan bu yana üniversitelerden sahaya araştırma yapmaya gelen ve bizimle birlikte aktivist olan genç feminist öğrencilerin katkılarını söylemeden geçemeyiz. Funda Üstek’in doktora tezi ve Sinem Atakul’un hukuki mücadelemizi konu alan Gurur Yarası belgeseli bunlara örnektir. Şimdi bakınca bu kadar çok elin İmece usulüyle birleşmesi ve bunca özgün deneyim yaratılmasında adını anamadığımız çok kadının payı var, bu açıdan çok şanslı olduğumuzu söyleyebiliriz.

Cam silme yasaklanmalı!

Ev işçisi kadınlar ne gibi sorunlar yaşıyorlar? Kadınların talepleri neler?

Bir kere, ev içi emeğin değer görmediği bir yerde, ücretli de olsa evde temizlik ve bakım işleri için emek sarf eden bizlerin emeği de görünmüyor, hakları tanınmıyor. Onun içindir ki bütün dünyada örgütlenen, sendikalaşan ev işçilerinin ortak sloganı “Ev İşi İştir, Ev İşçisi İşçidir!” olmuştur. Yıllarımızı önce kendimize, sonra devlete, evlerini temizlediğimiz işverenlere, sendikalara ve bütün topluma, ev işinin iş olduğunu ve bizim de işçi olduğumuzu, dolayısıyla haklarımız olduğunu anlatmakla geçiriyoruz. Güvencesizlik en ağır sorunumuz. Hiçbir güvencemiz yok. Hasta olsak, kocamızın ya da çocuğumuzun sigortası yoksa hastaneye gidemiyoruz. Varsa da onlara bağımlıyız. Bir keresinde kocası şiddet uygulayan bir kadın sendikamıza ulaşmıştı. Memleketinde adam balkondan atmıştı kadını, o da İstanbul’a ailesinin yanına sığınmıştı. Çok ağır vücut kırıkları ve sakatlık boyutunda sağlık sorunları vardı. Hastaneden yararlanabilmek için kocasından ayrılamayacağını, bu yüzden boşanma davası açmayacağını söylemişti. Genellikle ev işçisinin evdeki yaşantısı da zor. Güvencesizlik, bu hayatı daha da bağımlı ve zor hale getiriyor. Ağır çalışma koşulları nedeniyle meslek hastalıklarımız çok. 50 yaşına gelen ev işçilerinin strese bağlı hastalıklar, menisküs, lif kopması, fıtık gibi birçok hastalığı bulunuyor. İş cinayetleri var. Yüksekten düşme en ciddi sorunlardan biri. Yüksekte çalışmanın kuralları var, ev temizliğinde bu iş güvenliği kurallarını uygulamak zor. Evlerde apartmanlarda cama çıkarak cam silmenin yasaklanması gerekiyor. Bir çalışmamızda “Cama çıkma, Cama Çıkarma!” sloganıyla bir kamu spotu yaparak hem ev işçilerini hem de ev işverenlerini bunu uyardık. Hukuki davalardan sonra bu tip kazalar azalsa da hala oluyor. Bu sene en az bir kadın bu şekilde yaşamını yitirdi. Örneğin sendikamızın başkanı Minire İnal, 3. kattan düşmüş bir ev işçisi. Hala vücudunda çok sayıda platin ve ameliyatla her gün acı çekerek yaşıyor. Bu konuda hukuk davalarımız var. Ancak önlemek en önemli şey. Birçok iş cinayetinin örtbas edildiğini de biliyoruz. Sendikanın öğrenip üstüne gitmesi de bazen sonuç vermeyebiliyor. Örneğin, Özbekistanlı ev işçisi Gülnora için suç duyurumuz ve Adli Tıp ile görüşme talebimiz dikkate alınmadı. Cenazenin Adli Tıp’tan alınmasında ailesiyle karşılaşacağımız umuduyla saatlerce Adli Tıp önünde bekledik, kimseye ulaşamadık. Gülnora, çalıştığı evin camından düşerek yaşamını yitirdi ve cenazesi apar topar ülkesine gönderildi. Büyükelçilikleri dahil hiç kimse Gülnora’ya sahip çıkmadı.

Ev işçileri olarak kapalı bir kapı ardında gözlerden uzakta çalışmanın verdiği dezavantajlara sahibiz. O evlere bir kez girdikten sonra, kötü muamele, ayrımcılık, hak gaspı, taciz ve şiddet gibi sorunlarla karşılaştığımızda yalnız kalıyoruz. Kendimizi koruyabilmemiz, hak arayabilmemiz açısından sendikanın çok büyük önemi var. Ancak sendikalı olmak, örgütlenmek, haklarını öğrenmek bizim sektörümüzde kat be kat daha zor. Örgütlenelim dediğimizde insanlar başlarına kötü bir şey gelmesinden korktuğunu çekindiğini görebiliyoruz. Bu hem devletten çekinme hem de evde kocadan çekinme şeklinde. Sendikamız, açtığı bir imza standında önce “ILO C189’u imzala” metnini imzalayan bir ev işçisi geri dönüp imzasını silmişti. Ne oldu, neden siliyorsun dediğimizde, “Kocamı aradım, o bana öyle her şeye imza atılmaz, dedi” demişti. Onun gibi biz kadınların karışanı çok. Onlarla da mücadele etmemiz gerekiyor.

Yine önemli gündemlerimizden biri de daha önce de bahsettiğimiz 10 gün ayrımı getiren ayrımcı yasa ile ilgili. Bu yasa değişmeden ev işçilerinin diğer işçilerle eşitlenmesi mümkün değil. Bu eşitsizliklerin kaldırılması gerekiyor. 10 gün ayrımı yüzünden sendika başkanımız Minire İnal, iş kazasını kanıtlamak için dava açtığında hakları gasp edildi. Ayda 10 günden az çalıştığını gerekçesiyle yasa geriye işletildi ve Minire iş tespit davasını kaybetti, “işçi değilsin” denildi. Dolayısıyla işçi sayılmayınca, yaşadığı kaza da iş kazası sayılmadı. Bunu kabul etmiyoruz.

18.06.2022 İSTANBUL Ev işçileri Kadıköy’den haykırdı. Külkedisi değil ev işçisiyiz

16 Haziran Dünya Ev İşçileri Günü’nü sokakta kutluyoruz

Bu sorunların ve taleplerin gündem haline gelmesi için ne tür faaliyetler yapıyorsunuz?

İlk kuruluşumuzu anlatırken de bahsetmiştik, ev içi emeğin, kadınların baskı altına alınmasında kritik bir rolü olduğuna inanarak kadın emeğini merkeze koyan bir kadın örgütü olmak için yola çıkmıştık. Bu örgütün içinden de sendika çıktı. İlk baştaki duruşumuzu hiç terk etmemeye çalışıyoruz. Çalışmalarımızı yürütürken hep bu duruştan beslendik. Emeğimiz, haklarımız için ayağa kalkarken cinsiyetçi iş bölümüne, erkek egemenliğine karşı çıkmaktan da geri durmuyoruz.

Şimdi daha az var oluyoruz ancak uzun yıllar hem merkezi kadın platformlarında yer aldık, hem de sahada ev işçilerinin yaşam alanlarında olduk. Bunlara örnek vermek gerekirse, 2008’de SSGSS Yasa Teklifi için oluşturulan Kadın Platformu’nun aktif bir üyesiydik. Novamed direnişi ve Desa direnişi için oluşturulan platformların bileşeni olduk. Kadın İşçi’deki aktivist birçok arkadaşımız da oradaydı. Bugün emekli maaşlarının harçlık seviyesine inmesi, o zaman çıkan SSGSS yasasına dayanıyor. Bin bir zorlukla emekli olmayı göğüslemiş az sayıdaki ev işçisi emekliliğinde de açlığa mahkûm edilmiş durumda.

Merkezi çalışmalarımıza bir örnek de ülkede barış iklimini desteklemek için Barış İçin Kadın Girişimi içinde aktif yer almamızdır. İçimizde Kürt kadınlar da, milliyetçi bir atmosferde yaşamış kadınlar da var ve bu arkadaşlarımız yan yana geldiklerinde birbirini kabul etme, iletişim, dayanışma ilişkileri pratiğimiz içinde gelişti. Bir dönem Barış İçin Kadın Girişimi, barış noktaları kuruyordu. Esenyurt barış noktasını kurma sorumluluğunu o zaman İmece almıştı. Esenyurt’un en erkek meydanı olan Cumhuriyet Meydanı’nda önce erkekler tarafından yadırgandığımızı sonra zabıta tarafından engellendiğimizi hiç unutmuyoruz. Birtakım sorunlar yaşamış ancak esnafın da desteğiyle barış noktamızı kurmuştuk ve burada kocaman bir kırkyama battaniye tek tek kadınlar tarafından dikilmişti. Çok güzel bir etkinlikti. Feminist gündemle ortak hareket etme stratejimiz yanında, ikinci stratejimiz ise yerelde örgütlenme çalışmamız oldu. Bu faaliyetlerimiz çok zengin sosyal faaliyetler içeriyordu. Forum tiyatrosundan, okuma yazma kursu ya da okula dönmek isteyenlerin desteklendiği “Hayat Okulu” kampanyasına, sağlık taramalarına kadar geniş bir yelpazeye sahip faaliyetlerdi. Ev işçilerinin örgütlenmesi geliştikçe, bu stratejimiz sendikal alana daha fazla kaydı ve iş cinayetlerine karşı başlattığımız hukuk mücadelesi ve İstanbul, Antalya ve Bursa’da hayata geçirdiğimiz Süpürge Akademisi adını verdiğimiz ev işçilerinin eğitimine ve örgütlenmesine odaklandığımız, sendikal eğitim ve toplumsal cinsiyet konulu eğitimler verdiğimiz 2 yıl süren sistematik bir eğitim sürecine evrildi. Bu yoğunlaşmanın ardından da sendikamızı kurduk.

Hala iş cinayetleri başta olmak üzere ev işçilerine dair gündemimizi muhakkak sokakta gündemleştiriyoruz. 16 Haziran Dünya Ev İşçileri Günü’nü sokakta kutluyoruz. Uluslararası kongrelere, konferanslara düzenli bir şekilde katılıyoruz. Şimdiye kadar Güney Afrika’dan Latin Amerika’ya, Belçika’dan, en son EFFAT kongresinin yapıldığı İspanya’ya ev işçilerini temsilen katılıyor, dünyanın başka yerlerindeki ev işçileri ile buluşuyoruz. ILO’nun gerçekleştirdiği kadın emeği gündemli çalıştay ve konferanslara gidiyoruz. Özellikle Bakanlık yetkililerini tek görebildiğimiz yer olduğu için bu platformu Bakanlığa sorular sorarak değerlendirmeye çalışıyoruz. Çalıştaylar, imza kampanyaları, belgesel çalışmalarına katkı gibi birçok alanda faaliyetlerimiz oluyor. Bu arada sendikamıza iş mahkemelerinden müzekkereler geliyor. Bir taraftan da ev işçilerinin özlük hakları ile ilgili gelen bu müzekkerelere cevap yazıyoruz. Pandemi döneminde bu çalışmalarımız kesintiye uğramıştı, o dönemde ilk şoku atlattıktan sonra yavaş yavaş ev işçilerinin pandemide yaşadığı sorunlara odaklandık. IDWF ile ortak bir çalışmayla iki kez ev işçilerine az da olsa ekonomik destek imkânı bulabildik. İstanbul ve Antalya belediyeleriyle ev işçilerine temel ihtiyaçlar konusunda destek verilmesi için görüşmeler yaptık. İmece Ev İşçileri Sendikası Covid-19 Salgın Süreci Raporunu hazırladık. Bugüne kadar bütün çalışmalarımızda ev işçileri olarak basını ve medyayı sesimizi duyurmak için etkili bir şekilde değerlendirebildiğimizi düşünüyoruz. Aramızdan sendikaya öncülük eden çok güçlü hatipler çıktı: Yıldız Ay, Ayten Kargın, Minire İnal, Gül Korkutan gibi birçok güçlü kadın, medyada göründü ve ev işçilerine ses, soluk oldu. Genç sesler, yeni kuşaklar da yavaş da olsa yetişiyor.

Fatma Aldal iş cinayetinde emsal rapor

İmece olarak dava takipleri de yapıyorsunuz. Vakalardan ve bunların yargıya taşınma süreçlerinden bahseder misiniz? Emsal kararlar var mı?

2011 yılında çalıştığı evin camından düşerek yaşamını yitiren Fatma Aldal hakkında bilgiyi gazetelerden öğrendik. Cenazesine katıldık ve burada ailesiyle ilişki kurduk. O zaman Unkapanı’nda olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu’na bir dilekçe ile müracaat ettik. Dilekçede Fatma Aldal’ın sürekli çalışan bir ev işçisi olduğunu ve yaşananın bir iş kazası olduğunu, iş kazasının tespit edilmesini talep ettiğimizi belirtiyorduk. Başvurumuz üzerine hazırlanan rapor Fatma Aldal’ın iş kazasında hayatını yitirdiğini yazıyordu. Bu bir ilkti ve gelen rapor da emsal bir rapor oldu. Kartal 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı ve İş Teftiş Kurulu tarafından hazırlanan bu rapor mahkemeye sunuldu. Başlangıçta mahkeme Fatma’yı asli kusurlu, ev işverenini kusursuz olduğuna karar verse de karar yargıtaydan döndü ve uzun yıllar sonra Fatma Aldal davasını kazandık. Bu dava örnek bir dava olmuştur. Bu arada ev işvereni yalnız yaşayan, çok yaşlı bir kadındı. Onu gördüğümüzde ona da üzüldük. Ceza aldı, ancak cezası ertelendi. Bu davadan sonra ev işverenleri üzerine de düşünmeye başladık. Bildirilerimizde bakım emeğinin toplumsallaştırılması talebine ve ev işlerinin erkekler tarafından paylaşılmasına yer vermeyi önemsiyoruz. Ayrıca dava açarken ev işvereni olarak sadece kadına değil, erkeğe de dava açıyoruz. Cinsiyetçi iş bölümünü kabul etmediğimiz göstermek için hem çalıştığımız evdeki ev sahibi kadını ve hem erkeği işveren olarak mesul tutmak önemli diye düşünüyoruz.

2013 yılında Bostancı’da çalıştığı evde cam silerken düşerek yaşamını yitiren Rukiye Şimşek’in davası da emsal karar olmuştur. Rukiye Şimşek davasında hazırlanan bilir kişi raporu Fatma Aldal raporundan daha da ileri seviyede gelmiş, hem ev işçisinin işçi olduğunu hem yaşanan olayın bir iş kazası olduğunu ve ev işvereni kusurunun asli kusur olduğunu tespit etmişti. Bu karar da birçok vakaya emsal teşkil edebilecek nitelikte bir karar. Başka bir emsal dava ise, kurucu üyelerimizden Ayten Kargın’ın kaybolan yıllarını geri almak için açtığı davayı kazanmasıyla gerçekleşti. 2012 yılında Ayten Kargın, 13 yıl çalıştığı işten bir çırpıda atıldıktan sonra bize ulaştı. Çok çaresiz hissettiğini anlatmıştı bize, o arada aklına geliyor torunu yardımıyla internetten bir şeyler öğrenmeye çalışıyorken İmece’yi buluyor. Ayten bizi arayarak destek istediğinde biz de o sırada sendikanın resmi başvuru hazırlıkları için çalışıyorduk. Hemen geldi ve sendikaya katıldı. Hep beraber bir yandan sendikamızı kurmaya çalışırken bir yandan da kaybolan yılları kazanmak için izleyeceğimiz yol yöntemi konuşuyorduk. Kampanyamızı başlattık. Ayten’in aynı evde harcadığı emeği, bu 13 yılı mahkemelerde kanıtlaması tam anlamıyla bir işkenceye dönüşmüştü. Çünkü iş tespit davalarında, işyerinde çalışan başka bir sigortalının tanıklığı gerekiyordu. Ancak Ayten, ev işçisi olduğu için kendisinden ve çalıştığı aile fertlerinden başka kimse yoktu. Ancak Ayten arkadaşımız gerçekten çok azimli ve sosyal ilişkileri çok güçlü biri. Çevredeki esnaftan, site güvenlik görevlilerine kadar birçok insanı tanıklık yapması için ikna etmek için aylarca çabaladı. Başta hep reddedilmesine rağmen hiç pes etmedi. Hani diyoruz ya söke söke hakkımızı alırız, işte öyle oldu. Geriye dönük 9 yılını mahkemede tespit ettirdi, kanıtladı. 4 yılı kabul ettiremese de 9 yıl geçmişe dönük sigorta hakkını kazandı. SGK sigortasını ödedi. Ancak ispat edemediği 4 yıl yüzünden emeklilik için gerekli pirim gün sayısını dolduramadı. Dizindeki menisküs hastalığı ve ilerleyen yaşı nedeniyle işe giremedi, hala emekli olamadı.

Kaynak: Jin Dergi

40’a yakın ülke ILO 189’u imzaladı

ILO’nun C189 sayılı Ev İşçileri için İnsana Yakışır İşe İlişkin Sözleşmesi, ev işçilerinin çalışma koşullarının iyileştirilmesine yönelik bir sözleşmedir ve henüz Türkiye’nin imzacısı olmadığı bir belgedir. Ev işçileri açısından ILO C189 neden önemli?

ILO C189, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 100. oturumunda, Afrika’dan, Latin Amerika’dan, Asya’dan ve dünyanın dört bir yanından gelen çok sayıda ev işçisinin örgütlü bir çabasıyla 16 Haziran 2011’de imzalandı. Bu tarih dünya ev işçileri tarafından Dünya Ev İşçileri Günü olarak kutlanıyor. ILO’ya göre dünyada 70 milyonun üzerinde ev işçisi var ve bu kadar büyük bir iş gücünün yasalar nezdinde görünmez olması hiç de tesadüf değil. Bugüne kadar adeta tüm dünyada gizli bir sözleşme varmışçasına ev işçileri yok sayıldı ve iş yasası dışında tutuldu. ILO C189, bu gizli sözleşmenin yırtılmasına katkı sağlayacak uluslararası öneme sahip bir hukuki kazanım olarak çok önemli bir yerde duruyor. Ancak ülkeler, sözleşmeye karşı büyük bir direnç gösteriyor. Hala Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok ülke bu sözleşmeyi imzalamadı, imzalayanlar arasında ise uygulamaya geçen ülke sayısı oldukça az. Ülkeler bu sözleşmeyi imzalamaktan kaçınıyorlar çünkü kayıtsız, ucuz kölelik koşullarında sunulan ev içi emek, devletlerin işine gelmiyor. Avrupa ülkeleri pandeminin ardından “bakım açığı”, “bakım krizi” gibi konuları tartışıyor ve bu ev işçilerinin çalıştığı alanla da ilgili bir konu. Bazı Avrupa ülkelerinin ILO C189’u imzalamalarının itici gücü bu krizden de kaynaklı olabilir. Halihazırda 40’a yakın ülke ILO C189’u imzalamış durumda.

ILO C189, Ev İşçilerine İnsana Yakışır İş Sözleşmesi olarak biliniyor. Birçok uluslararası sözleşmede olduğu gibi, imzalayan ülkeler kendi yasalarını ve mevzuatlarını bu sözleşme doğrultusunda düzenlemek zorunda. Eğer uygulanırsa, ev işçileri için güvence sağlanacak, işçi olarak tanınacak ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için elimizi güçlendirecek bir konum sağlayacak. Türkiyeli ev işçileri ve göçmen ev işçileri için de hayati öneme sahip olan bu sözleşmenin bir an önce imzalanması ve uygulanması gerekiyor.

Ayrımcı 10 gün yasasını değiştireceğiz

2014 yılında 6552 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile sigortalılık hakkına ilişkin 10 gün çalışma kıstası getirilmiştir. Bu düzenleme tam olarak nedir ve ev işçilerine etkisi nasıl olmuştur?

Bu bir torba yasaydı. 6552 sayılı “İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması ile Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun”la, yeni bir yasa maddesi ile “çalıştıkları kişi yanında ay içinde çalışma saati süresine göre hesaplanan çalışma gün sayısı 10 gün ve daha fazla olanlar ile 10 günden az olanlar” şeklinde ikiye ayıran bir düzenlemeye geçildi.

10 günden az işçi çalıştıranlar “çalıştıran”, 10 gün ve fazla işçi çalıştıranlar ise “işveren” olarak tanımlandı. Ayda 10 günden az çalışan ev işçisi çalıştıranlara %2 iş kazası ve meslek hastalığına karşı sigorta yapma yükümlülüğü verildi. Sadece kazalara karşı koruma sağlayan bu sigorta emeklilik, hastaneye gitmesi gibi haklar vermiyor. Bu arada yasa o kadar çelişkili ki, örneğin, eğer göçmen ev işçisi çalıştırılıyorsa 10 gün ayrımı getiren yasa göçmen ev işçisi için geçerli değil. Göçmen ev işçisi 1 gün çalışsa dahi sigortalanmak zorunda. Bu çifte standart, 2015’te yürürlüğe giren yasanının uluslararası kabul edilirliğinin olmadığının bir kanıtı olsa gerek. Bu karmaşık, tutarsız ve ayrımcı yasal düzenlemenin kaldırılması için kampanyalar yaptık ama hala bu yasa değişmiş değil. Biz, bu ayrımcılığın temelinde kayıt altına almada zorluklar, bazı yapısal sorunlarla ilgili SGK’nın değişime direnç geliştirmesi gibi yaklaşımlardan ziyade, bakım emeğinin ve ev hizmetlerinin ucuz ve güvencesiz kalmasında fayda gören bir siyasi yaklaşımın etkili olduğunu düşünüyoruz.

Yasadaki ev işi tanımına bakacak olursak, ev hizmeti, ev içerisinde yaşayan aile bireyleri tarafından yapılabilecek temizlik, yemek yapma, çamaşır, ütü, alışveriş, bahçe işleri gibi gündelik işler ile çocuk, yaşlı veya özel bakıma ihtiyacı olan kişilerin bakım işlerinin aile bireyleri dışındaki kişiler tarafından yapılması olarak tarif edilmiş. Her gün başka bir eve çalışmaya giden çok sayıda işçi var. Bu ev işçileri evlerini geçindirmek için çalışıyor ve her gün farklı bir eve çalışmaya gidebiliyor. Bu yasaya göre ev işçisi, ayda 30 gün çalışsa da, bir çalışana bağlı olarak sürekli 10 günden fazla çalışmadığı için işçi sayılmıyor. Bu ayrımcı yasaya benzer bir yasanın dünyanın başka yerinde olmadığını da düşünüyoruz ve bizdeki anayasaya ve yasalara aykırı olduğu da açık. Bir an önce bu yanlıştan, hak gaspından dönülmelidir. 10 gün ayrımı getiren yasanın nasıl bir adaletsizlik getirdiğini Minire İnal davasında somut olarak gördük, yaşadık. Merak edenler bu konuyu inceleyebilir. Öte yandan, ev hizmetlerinde çalışanların sigortalılığı başka sektörler gibi düzenlerseniz bizi otomatik olarak kayıtsız çalışmaya mahkûm etmiş olursunuz. Buna çözüm bulunmalı, kolay sigorta istiyoruz. Kayıt altına almayı teşvik edecek bütçe payları istiyoruz. Böyle bir pay istemeye hakkımız var. Devlet hala bizi borçlandırarak kendi sigortamızı yapmamızı istiyor. Yıllardır kayıtsız çalışmamıza göz yuman kim? Devlet bizim güvencesiz çalışmamızdan ne fayda sağladı ki göz yumdu ve göz yumuyor. Biz bunları hesapladığımız zaman çok hakkımız olduğunu görüyoruz. Devletten de çok alacaklıyız.

Ev işçileri olarak 10 gün ayrımcı yasasını mutlak değiştireceğiz. İş yasasına gireceğiz. ILO C189’u imzalatacağız. Hakkımız olanı alacağız. Bunun için daha fazla örgütlenmek ve sendikamızı güçlendirmek istiyoruz. Bu çabamızda uluslararası dayanışmanın yanı sıra, demokrasiden yana sendikalardan, sendikalı işçilerden ve feminist aktivistlerden de dayanışma bekliyoruz.

Ana Fotoğraf: Jin Dergi

Yazarın Diğer Yazıları

İlginizi Çekebilir

Son Yazılar