Skip to main contentSkip to footer

“Sadece onlara hizmet için evlendirilmişim!”

Çocuk yaşta evlendirilen Reyhan ve Emel’in hayatı hane halkına hizmet etmekle geçmiş. 6 ve 20 Şubat depremleri hayatlarını daha da zorlaştırmış… Pahalılıkla baş etmeye çalışırken kendi ihtiyaçlarını unutmuşlar. Çocukları için sağlıklı ve güvenli bir ortam yaratmaya çalışıyorlar. Konteyner kent koşullarında ne kadar mümkün?

Depremin en önemli etkilerinden biri de kadın yoksulluğunu derinleştirmiş olması. Reyhan ve Emel’in anlattıklarından, daha doğrusu yaşadıklarından baktığımızda bile bunu anlamak mümkün. Reyhan ve Emel, Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlı bir bölgede* kurulan konteyner kentte, kapı komşusu olarak yaşıyorlar. Yoksulluk içinde hayatlarını sürdürüyorlar.

Kaldıkları konteyner kent, oldukça ıssız ve şehir merkezine uzak bir mesafeye kurulmuş durumda. Bu da, kadınlar açısından yeni yeni sorunların yaşanması demek. Şehir merkezine gidebilmek için normalde saat başı kalkan ancak üç saati bulan dolmuşları beklemeleri, buralarda tıkış tıkış merkeze gitmeleri gerekiyor. Ve bu çileyi sık sık çekiyorlar. Çünkü konteyner kent içerisinde ya da yakınlarında ekmek alabilecekleri bir market ya da fırın bile yok. Bu nedenle iki-üç günlük ekmeklerini birden alıyor ve birkaç günü bayat ekmekle geçiriyorlar. “Mecburuz” diyorlar.

46 yaşında olan Reyhan hem şeker hem tansiyon hastası hem menüsküs yırtığı hem de bel fıtığı var. Ayakta çalışabilecek durumda değil. “İmkânım olsa evden çalışırım ama iş yok” diyor. 16-17 yaşında, yani çocuk denebilecek yaşta evlendirilen Reyhan’ın beş kızı var. Büyük kızı üniversiteyi bitirdikten sonra evlenmiş, iki kızı hala üniversitede okuyor, diğer iki kızı da ortaokulda. Kendi yaşadıklarını çocuklarının yaşamasını istemiyor. Kızlarının okumasını her şeyden çok istiyor.

Eşi, pandemi döneminde yaşamını yitirince, çocuklarının tüm sorumluluğu onun omuzlarına kalmış. Deprem de zar zor kurduğu düzenini yıkınca, ne yapacağını bilmez hale gelmiş. Depremin üzerinden geçen aylar, onda sadece “bundan sonra ne olacak” endişesini ve kaygılarını derinleştirmiş!

Onlara hizmet etmek için evlenmişim

İlkokulu bitirdikten sonra okuması için “elinden tutan olmadığını” söyleyen Reyhan, henüz 12 yaşında kuaförde çalışmaya başlamış, 16 yaşında nişanlandığında eşi ve eşinin ailesi dışarda ücretli bir işte çalışmasına izin vermediği için bu işi devam ettirmemiş. “Evlendikten sonra çalıştırmadılar” diyor ama biraz sohbet edince, Reyhan’ın on yıl boyunca, eşinin babasının bahçesinde ücretsiz çalıştırıldığını öğreniyoruz. Zaten menüsküs yırtığı da burada çalışırken oluyor.Çalışmak için, sadece onlara hizmet etmek için evlenmişim” diyor.

Eşi, sürekli Arabistan’a gittiği için, eşinin ailesi ile aynı binada kalan Reyhan, eşinin ailesinden çok baskı ve yer yer de şiddet gördüğünü anlatıyor. “Eşimden bir kez bile tokat yemedim ama kayınbabamın bana kürekle vurduğunu biliyorum.” Eşinin annesi ve kardeşlerinden de sürekli baskı gören Reyhan, kızlarından birinin, 7 yıl boyunca “Annenin yanına gitme, cahil o, seni okutmaz” denilerek, babaannesinin evinde tutulduğu ve kendisine gösterilmediğini söylüyor. “Çocuğumun aklı karışmasın, psikolojisi bozulmasın diye, gidip gerçekleri anlatmadım. Her gün servise binerken uzaktan bakıyordum ona. Yedi yılın sonunda o anladı gerçeği. Sonradan benimle konuşmaya başladı” diyor.

Eskiden boşanma yoktu…

Reyhan’ın en büyük kaygısı, konteyner kentten çıkarılmak. Çünkü konteyner kentten çıktığı durumda ne gidecek bir yeri var ne de kendisine yardımcı olabilecek yakınları… Yıkılan evlerinin üç katlı ancak tapusu olmayan bir ev olmasından, kayıtlarda görülen bahçenin eşinin babasına ait olmasından ve eşinin ailesinin, eşinin ölümü sonrası Reyhan’ı dışlamasından kaynaklı “çocuklarıyla ortada kaldığını” anlatıyor Reyhan. Deprem sonrası bu durum daha da yalnızlaştırmış, çocuklarıyla bir başına kalan Reyhan’ı: “Depremden sonra gittim, evimde çadır kuracağım, dedim. Ona bile izin vermediler. Ben de Mersin’e gittim, erkek yurdunda kaldım. 6 ay kaldım orada. Çocuklarımı okutabilmek adına oraya taşındım. Nakil aldım, çocuklarım orada okudular. Ondan sonra bizi oradan tahliye ettiler. İşte buraya geldik, kaldık.”

“Haksızlığa uğradım. Çünkü o evde, benim de emeğim vardı. Ne kadar bahçe onların olursa olsun, biz de çalışıp yapmışız. Hepsi boşa gitti. Ben sadece yorgunum artık. Evlendiğimden bu yana hep çektim. Kayınbabamdan çektim, kaynanamdan çektim, eşimin kardeşlerinden çektim. Küçüktüm, onlar benden büyüktü. Eskiden şimdi gibi, ‘kızım evlisin, anlaşamazsan boşanabilirsin’ yoktu.”

Gidecek bir yerim yok

Bir dönem de ücretli olarak öğretmen ve doktor çocuklarına bakan Reyhan, şeker ve tansiyondan dolayı çocuklara bakabilecek gücü kendisinde bulamadığını söylüyor. Düzenli tek geliri, eşinden kalan 5 bin 500 liranın yarısı. Çocukluğundan beri çalışmış olmasına rağmen ne emeklilik ihtimali var ne de bir gün olsun, yatırılmış sigortası… “Her zaman çalıştım. Ama şimdi durumum ortada. Çalışmam gerekiyor. Böyle olmaz. Evsiz kaldım, evim yok. Düşünmem lazım, yarın öbür gün, buradan çıktığım zaman nereye gideceğim, gidecek hiçbir yerim yok! Dua ediyoruz ki biraz daha kalabilelim burada, çünkü evim yok. Kızlarımla nereye gidebilirim? Çalışsam da iki küçük kızım var. Onları burada kime emanet edebilirim? Burada, çevrendeki insanları istediğin kadar tanı ama her birimiz bir yerden gelip burada tanıştık sonuçta. Aklın hep çocuklarda kalır.”

Ancak devletin kendisi gibi kadınlar açısından evde yapılabilecek el işleri şeklinde işler vererek, geçim sağlamaları konusunda destek olabileceğini söylüyor. Çünkü “buranın kadınları çalışkandır” diyor ve böyle bir olanak sağlanırsa kadınların hepsinin çalışacağını anlatıyor. “Hataylı kadınlar gerçekten çok becerikli, her işi yapar. Oturmaz. Mandalina, zeytin, defne ağacından sabun… Her şeyi yaparlar. Ama mağduruz gerçekten.”

Çocuklar, kadınlar açısından başlı başına önemli ve ağırlaşan bir sorumluluk haline gelmiş. Depremin derinleştirdiği kaybetme korkusu ve alışılan düzenin darmadağın olmasının yarattığı kaygılar; kadınların çocuklarına daha fazla bağlanmasına neden olmuş. Ayrıca depremle birlikte kaybolan ekonomik gelir ve destekler, çocukların ihtiyaçlarını karşılamayı, daha da zorlaştırmış. “Çalışabilirsem, eşimden kalan maaş kesilmesin istiyorum. Girebileceğim işlerin hepsi geçici çünkü. İşimi sağlama almadıktan sonra…Kızlarımı okutayım istiyorum. Zaten onlar okuduktan sonra, her şekilde kendi kendime yeterim. Şu anda çocuklardan istenen tüm testler çok pahalı, 600 liranın altında değil. Bendeki maaş zaten iki bin beş yüz lira! O parayı da testlere mi vereyim, yemeğe mi koyayım? Neye yeteyim? Onu bile bilmiyorum”

Yeşil fasulye olmuş 70 lira…

Kendilerine verilen Esenkart bir dereceye kadar günlük yemek ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlamış. Ama hala yetersiz. Gıda, ev eşyası, çocukların okul eşyaları derken ciddi bir yoksullukla baş başalar. Tabii bunun etkileriyle de başa çıkmakta zorlanıyorlar. “Çünkü evimiz yıkıldığı zaman bizim bir birikintimiz yoktu. Buradayız, evet yaşıyoruz ama yarın buradan çıktığımızda çok büyük bir sorunla karşılaşacağız. Hayatımız artık sıfırdan ve bu saatten sonra ne yapabilirim, onu bile bilmiyorum. Hayat şartları çok zor. Artık eskisi gibi değilim, yani sağlığım iyi değil. Ruhen iyi miyiz, değiliz. Psikolojimiz tamamen çökmüş durumda.”

“Ne yaparız diye düşünmeye başladı bütün konteyner kentteki kadınlar. Ne yaparım? Hadi çıktım gittim, yok ki param, yok birikimim yok. Kira desen çok pahalı, ev de bulamıyorsun. Çadır desen, ne kadar sağlıklı?” Ama konteyner kent rahat mı? “Dışarı gidince mağdur olacağız evet ama burada rahat mıyız? Ben mesela şeker hastasıyım, ilaçlarımı buzdolabında saklamam lazım, sürekli elektrik kesintisi oluyor. Sürekli internet kesintisi oluyor, çocuklarımız ders çalışamıyorlar. Eskiden düzenleri varken şimdi derslerinde çok gerideler. Biz istiyoruz ki, belirli bir düzen otursun burada. İnternetimiz, ulaşımımız vesaire biraz daha iyi olsun.”

Depremden sonra hayatın kendileri için daha fazla zorlaştığını anlatıyor Reyhan: “Her şey çok pahalı. Her şey iki katına çıkar mı bu kadar ya? Bir şey alamıyorsun. Birini aldığın zaman diğerini almakta zorlanıyorsun. Hayatımız çok zorlaştı depremden sonra. Her şeyden kısmak zorundayım. Çünkü alamıyorum. Kitap almaya çalışıyorum çoğunlukla. Peynir, zeytin, yumurta, ekmek alıyoruz. Et yiyemiyoruz. Çok pahalı. Peyniri de alırken çok zorlanıyoruz.Sebze de çok pahalı, et değerinde. Bugün yeşil fasulye olmuş yetmiş lira.”

Ekmeksiz kaldığımız günler de oldu

Reyhan’ın kapı komşusu Emel, 12 yaşından evlenene dek çalışmış. Liseye gitmeden çalışmaya başlamış, kardeşlerinden okumakta diretip kazananlar olmuş bu mücadeleyi ama “Ben direnip kazanabileceğimi düşünmemiştim. Yoksa ben de direnirdim” diyor Emel, kendisi için. 16 yaşına geldiğinde de evlenmiş. “Keşke şimdiki aklım olsaydı, evlenmek için acele etmezdim” pişmanlığında.

Depremde evleri ağır hasar alan Emel, o günleri şöyle anlatıyor: “Evimizin bahçesinde, çadırda kaldık. Tabii suyu, elektriği zor bir şekilde ayarladık, öyle oturduk ama soğuktu. Çadırda 15-20 kişi kalıyorduk. Zor geçiyordu. Yemek yap, çadırdakilerin karnını doyur, çadırı temizle… Aslında çok temizlenecek bir şey yoktu. Çamaşır varsa elde çitileme, halı açmışsak onu silkeliyorduk. Çünkü süpürge yoktu doğru düzgün. Çok sıkıntılar geçirdik. Öyle çok bir temizlik yapma şansın yok ki. Yediğimiz tabak, çanak, çömlek ne varsa; onları su döke döke yıkıyorduk elimizden geldiğince. Biz kendi evimizin bahçesinde çadırda kaldığımız için bize yardım hiçbir şekilde ulaşmadı. Genelde kurulan çadır bölgelerine yardım geliyordu. Biz sadece okuldan adrese bağlı gelen yardımları alıyorduk. İşte erzak, hijyen yardımı… Tabii o da bazen kalıyor bazen kalmıyor.”

Kadınlar çocuklara daha bağımlı hale geldi

Şimdi konteyner kentte kalıyor Emel ve ailesi. Eşi, TYP aracılığıyla işe girmiş ve konteyner kentin işlerini yapıyor. Emel de yakınlarda herhangi bir dükkânın olmamasından ve ıssız bir bölgede olmaktan şikayetçi. “Burada 3 saatte bir merkeze bir araç var. Saatini ayarlayıp merkeze iniyorsun, merkezden de hastaneye giden dolmuşa biniyorsun, ancak öyle devlet hastanesine ulaşabiliyorsun. Saatte bir yapsalar bari. Her seferinde dolu dolu oluyor. Konteyner kente internet taktılar, sağ olsunlar. Ama o da bir süredir çalışmıyor. Bazen ekmek alamama derdimiz oluyor. Ekmeksiz kaldığımız günler de oldu. Bir firmayla anlaşsalar, ekmeği buraya her sabah aynı saatte getirebilseler iyi olurdu.”

Emel çalışmak istiyor ama çocuklarının güvenliğini düşünerek bunu yapamadığını anlatıyor: “Ben çok isterim. Keşke çalışabilsem. Yardımcı olabilsem ama çocukları bırakıp gidemeyeceğim için arayamıyorum. Bir yandan da yoğun geçiyor aslında, sürekli çocuklarla olunca. Kadınlar, çocuklara daha bağımlı hale geldi. Artık iş güç ya da aç mı kaldık, bunlar çok umurumuzda değil. İyi geçinelim, sağlıklı geçinelim, yeter. Çünkü her anlamda bir korku var içimizde ve bu hiç bitmeyecek bir şey. Belki biter bir gün ama sanmıyorum. Sürekli bir korkuyla yaşıyoruz. Acaba ne olacak, acaba başımıza daha ne gelecek, diye. Bu yüzden daha çok çocuklarla ilgileniyoruz, daha bir bağımlı hale geliyoruz. Onları bırakıp belki işimize gücümüze gidebiliyorduk eskiden ama şimdi bırakamıyoruz.”

* Kadınların talebi üzerine, gerçek isimlerini ve yaşadıkları konteyner kentin bulunduğu bölgenin ismini de kullanmadık.

Fotoğraflar: Bahar Gök (Tüm fotoğraflar temsilidir.)

*Bu haber RLS ve Kadınİşçi işbirliği ile yapılan Depremden Etkilenen İllerde Kadın Emeği araştırması kapsamında yazılmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

İlginizi Çekebilir

Son Yazılar