Skip to main contentSkip to footer

“Elime kuvvet yazıyorum”

Kadınİşçiyi takip edenler, Rahime Karvar’ı o renkli ayrıntılı grev, direniş haberlerinden hatırlayacaklardır. Diğer gazeteci dostlarla birlikte o da bir süredir hapishanede. Boş durmamış orada olan biteni yazmış. “Hapishaneye girdiğim anda, henüz hücreye bile konulmamışken karşılaştığım manzara hapishane yaşamının kadın emeğiyle sürdürülebilir kılındığı oldu.” diyor. İçeride dışarıda biz hep çalışıyoruz.

Kendime oturmuş Kadın İşçi ile sohbet ederken oda arkadaşımdan ödünç aldığım radyoyu eski şarkılar çalan bir kanala ayarladım. Radyo kulaklıksız çalışmadığından ve kulaklık takmaktan hiç hoşlanmadığımdan sesi biraz açtım. Kulaklığı hoparlör niyetine pencere koluna astım. 90’ların, 2000’lerin şarkılarını ezbere biliyor olmak her seferinde şaşırtıyor beni. Çünkü her çeşit müzik dinlememe rağmen (bu yüzden telefonumdaki müzik listem, adete bir gündüz matinesini andırıyor) son dönem şarkılarını asla tam ezberleyemiyorum.

Nostalji güzellemesi yapmıyorum ve müzik piyasasına dönük bir eleştirim de yok aman ha! Asla iktidar yanlısı olmayan, tarafsız RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in de belirttiği gibi Türkiye’de “başarılı çalışmalar” orta yere sere serpe serpilmişken karamsarlık aşılayan “yandık, bittik, mahvolduk haberciliği”nin kimseye bir faydası yok. Yaptığım haber programları “devlet kurumlarını alenen aşağıladığı” için tutuklanıp getirildiğim hapishaneden bunu yazıyor olmam, fikrime zerre gölge düşürmüyor. Tüm meslektaşlardan da bu duyarlılığı bekliyorum.

Kadın İşçi muhabirliği yakamı bırakmıyor

Şahin’i bir kenara bırakırsak, bence “yandık, bittik, mahvolduk haberciliği”, gazetecilik lügatına girmeyi hak ediyor. Zaman zaman o civarlarda dolanan habercilik pratiklerine şahit oldum. Kendim de o sınırları zorladım bazıları. Genel olarak “tarafsız habercilik bir yalan, Adem ile Havva’dan kalan.” Ama objektif gazeteciliğin gücüne inanıyorum. Tabii o haberleri kaleme alanlar olarak objektifliği korumak da her zaman mümkün olamıyor. İçinde bulunduğumuz an, duygular, düşünceler de kaleme bulaşıveriyor. Gazetecilik üzerine konuşmak için yazmıyorum aslında. Bakırköy’den ziyaretinize gelmemin sebebi Kadın İşçi muhabirliğinin eteğimi bırakmayışı. Tabii ki şikâyet değil bu. Hapishaneye girdiğim anda, henüz hücreye bile konulmamışken karşılaştığım manzara hapishane yaşamının kadın emeğiyle sürdürülebilir kılındığı oldu. Ağırlıklı olarak mülteci siyah kadınların yoğun bir çalışma içerisinde olduğu koridorlardaki tablo, ardı ardına soruları getirdi peşinden.

Hangi koşullarda çalışıyordu buradaki kadınlar? Ne kadar ücret alabiliyor ve aldıkları ücret üzerinde nasıl tasarruf sağlayabiliyorlardı? Kaç saat ve nasıl bir vardiya sistemi içinde çalışıyorlardı? Güvenceleri neydi? Sigortaları yatıyor muydu? Ayrımcılığa uğruyorlar mıydı? Mekanizmalara başvuru yapma konusunda ne kadar bilgileri vardı? Başka bir ülkede hem tutuklu hem işçi olmak nasıl bir duyguydu?

Önce hücre, ardından koğuş… Üç gecelik Vatan nezarethane “misafirliği” ve tek gecelik hücre çilesinin ardından koğuş, cennete düşmek gibiydi. Çok odalı, ortak avlulu büyük bir eve misafir gitmişçesine dostça bir karşılamanın ardından yıllardır “ününü” duyduğum ama ilk yaşamayı deneyimleyeceğim koğuşa göz gezdirince yeni sorular peyda oldu. Yerler, odalar, merdivenler, trabzanlar, pencereler, tuvaletler, avlu, mutfak…tertemizdi. Semaverde çay demli ve hazırdı. Benle birlikte mevcudiyeti 24’e çıkan bu büyük alanın bu tertipli ve temiz hali yoğun bir emeğin kanıtıydı. Ne sıklıkla temizlik yapılıyordu? Bu düzen ve tertip için nasıl bir sistem kurulmuştu? Çok titiz olanlar ile diğerleri arasında nasıl bir denge vardı? Eşitlik ve farklılıklar nasıl gözetiliyordu?

Tabii tüm bu soruların cevaplarını zamanla alacak, o emek sürecinin bir parçası olacaktım. Bittabi devamında, kadınların hayatı yeniden kuran pratikleri ile o kurma çabasını dağıtmaya çalışan hapishane idaresi arasındaki “çekpas savaşları”na, “uygun bulmadım”cı keyfiyetlere de şahitlik edecektim. Her biri bir yazı konusu.

Kendime ait bir çalışma düzeni

Soruların ve şahitliklerin yanı sıra bildiğim bir şey vardı ki o da kendime bir çalışma düzeni kurmam gerekliliği idi. Çünkü koğuşa gelmeden önceki 4-5 gün boyunca ne okuyacak bir şey ne oyalanacak bir meşgale vardı. Bu kadar boş vakte alışık olmayan bünye ya uyuyarak ya yoğun iş temposu içinden yarım yamalak kimi düşüncelere yoğunlaşarak ya da anıları tazeleyerek zamanı geçirmeye çalışıyordu. Alışık değildim bu kadar kendime maruz kalmaya.

Dışarıda olduğu kadar çeşitlilik olmasa da sınırlı TV kanalları ve günlük gelen bir gazeteyi düzenli takip etmek (sonradan TV izlemeyi bırakacaktım, çünkü erkeklerin bağır çağır, bilmiş konuşmalarını kafam da kaldırmadı) kütüphane taraması yaptıktan sonra okunacak kitap tespit edip okumaya başlamak, diğer kadınlardan bu konuda tavsiye almak…

Şimdi kitap okuma ve haber takibi konusunda bir düzenim var. Kürt meselesinde son dönemde yaşanan hızlı gelişmeler, açıklamalar… Haliyle koğuştaki gündemlerin ilk sırasına yerleşmiş durumda. Bireysel sohbetlerden, birlikte izlenilen TV programlarına dek gündemimizi ağırlıklı olarak bu mesele ve gelişmeler belirliyor. Bunun dışında günlük gazeteden kadın ve işçi haberlerine dair notlar tutuyorum. Malum arada dönüp bakabileceğim bir bilgisayar yok. Elime kuvvet! Gelen mektuplara yanıtlar yazıyorum, bir de haber yapabilecek notlar alıyorum kendime.

Bazı haberler karamsarlık aşılayan “yandık, bittik, mahvolduk haberciliği”ne ilaç gibi geliyor. Metalde (Chinatool Otomotiv, Phinia Kaynak Tekniği, Green Trafo), tekstilde (Antep-Başpınar), petro-kimyada (Temel Conta, Tarkett Zemin), gıdada (İzmir tütün işçileri…), belediyede (İzmir Büyükşehir, Aydın-Efeler, Adana-Seyhan, Artvin-Şavşat, Batman, Mardin Büyükşehir…) hizmette (KFC ve PizzaHut, HepsiJet…), eğitim ve akademide (Altınbaş Üniversitesi, mülakat mağduru öğretmenler, staj ve çıraklık sigortası mağdurları…), madende (Çayırhan Termik Santrali ve Maden Ocağı…) yaşanan işten çıkarmalar, direnişler ve grevler, nöbetler, kazanımlar… Valla ilaç!

Komşu annelik sistemi

Şu an haliyle Kadın İşçi’de neler yazılıyor, takip edemiyorum. Olduğunu düşündüğüm ya da dışarıda olsam önereceğim, yapmak isteyeceğim haberler geçiyor aklımdan. Mesela AKP’li Gökhan Sarıçam’ın “Gidin sağlık personelinin gırtlağına yapışın, diye vatandaşı kışkırtırdım” söylemini, kadın sağlık çalışanları açısından gündem etmek isterdim.   AKP’nin 2025 için ilan ettiği “Aile Yılı” üzerine konuşmamız gereken başlıca konulardan biri tabii ki. Esnek çalışma meselesine ağırlık vermelerinin yanı sıra mesela bu kapsamda iki senedir AB tarafından finanse edilen projelerle hazırlıkları tamamlanan “komşu annelik sistemi” en merakla araştırmak istediğim gündem olurdu. Doğum izninin bir yıla çıkarılması da öyle.

Yine DİSK’in açıkladığı 11,2 milyonu aşan geniş tanımlı işsizlik oranlarında kadınlarla erkekler arasındaki yüzde 15’lik fark (erkeklerde bu oran yüzde 22,5 iken kadınlarda yüzde 37,5) bir diğer haberin konusu olurdu. TÜİK’in yayınladığı istihdam oranları arasındaki yüzde 34,1’lik fark (erkeklerde yüzde 66,4 olan istihdam oranı, kadınlarda yalnızca yüzde 32,3) birlikte tabii ki…

Ay inşallah bunları söyledim diye kimseye “karamsarlık” aşılamamışımdır. Çünkü kadın işçilerin direnişleri, pek öyle üzerine “yandık, bittik, mahvolduk haberciliği” yapılabilir gibi değil. İşyerinde tacize ve kötü çalışma koşullarına karşı direnişe çıkan HepsiJET işçisi dört kadının “tüm işçi sınıfına armağan ettiği” kazanımı bile bunun başlı başına bir örneği. RTÜK Başkanı’nın deyimiyle “başarlı çalışmalar” ortadayken, bende karamsarlığa çok yer olmadığını düşünüyorum.

Hele de iktidar, “doğuştan gelen biyolojik cinsiyet”, “genel ahlak” üzerine Gürcistan’ı, Macaristan’ı, Rusya’yı örnek alıp var oluşlarımızı yok sayan yeni cepheler açarken…

Özgür günlerde buluşmak üzere.

Yazarın Diğer Yazıları

İlginizi Çekebilir

Son Yazılar