“19 Martta başlayan süreç Şimşek’in ekonomi programına inananları da gerçeklerle yüzleşmeye zorladı. Bu programla iki yıldır yapılmaya çalışılan müdahale, olayların ilk saatinde buhar oldu. Geriye kalan şey enflasyona ezdirilen ücretler ve maaşlarla yaşamı sürdürme mücadelesidir. Reel ücretlerin baskılandığı ortamda cinsiyete dayalı ücret açıkları da büyür. Alım gücü kısıtlandığında geçinme yükü kadınlara bırakılır.”

19 Mart’ta, İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere seçilmiş yerel yöneticilerin göz altına alınmasıyla başlayan süreç, Şimşek’in ekonomi programına inananları da gerçeklerle yüzleşmeye zorladı. Ekonomide neler olduğunu sadece ekonomistler değil herkes anlatıyor. Biz bu gelişmeleri feminist bir yaklaşımla değerlendireceğiz.
Neler olduğuna çok kısa bakalım. Her şeyden önce mevcut kapitalist patriyarkal düzen ne kadar da kırılgan olduğunu bir kez daha gördük. Şimşek’in programıyla iki yıldır yapılmaya çalışılan müdahale, olayların ilk saatinde buhar oldu, uçtu gitti. Meğer program dedikleri sadece kağıttan kaplanmış. Bize, enflasyonla mücadele edildiği, faizlerin kontrol edildiği, yabancı yatırımcıların güveninin tesis edildiği söylenmişti. Ancak tüm bunlar, kendimizi inandırmamızı istedikleri bir hikayeymiş. Gerçekleri gizleyen bu masallar çöpe gidince, biz de gerçeklerle başbaşa kaldık: en önemlisi ise yeniden yoksullaşmamız oldu.
Dış sermaye ürettiğimizi bir saatte yağmaladı
Zaten Şimşek programının temel amacı dışarıdan döviz yatırımı çekmekti. Döviz açığı Şimşek’ten önce de yapısal bir problemdi. Son iki yılda, ekonomimiz, belki de uluslararası piyasada ödenebilecek en yüksek faiz oranlarıyla dışarıdan bulduğumuz borçla sağlanan dövize bağımlı hale gelmişti. Peki neden bu kadar yüksek faizle borçlanabiliyorlardı? Çünkü o yatırımcı da kapitalist, maksimum kar etmeyeceği bir işe niye girsin? Bir türlü yabancı yatırımcılara bizden en fazla parayı kazanacağına ikna edemiyorlardı. Onlar anlatılan masala inanmıyordu. Türkiye, riski büyük olan ülkeler arasında yer alıyordu. Şimdi korkulan oldu, yatırımcıların güveni iyice sarsıldı, belirsizlikler arttı ve dış sermaye ürettiğimizi, emeğimizin karşılığını bir saatte yağmaladı. Şimşek’in programı hala yürürlükte olsa da, bu, verilen sözlerin tutulacağı anlamına gelmiyordu. Program yüksek reel faiz getirisi ve döviz kontrolünü garanti ediyordu. Ancak bunların olabilmesi için yurt içinde reel ücretlerin baskılanması, harcamaların kısılması, tasarrufların arttırılması ve aynı zamanda tasarrufların TL cinsinden tutulması… Peki bu teşviklerden kim faydalandı? Elbette yüksek tasarrufu olan kesimler. Düşük gelirliler hatta hiç tasarrufu olmayanların, net borçluların, borçları katlandı.
Çok büyük miktarda döviz çıkışı yaşandı
19 Mart’tan itibaren, program beklemedikleri biçimde yabancı yatırımcıların tepkisiyle karşılaştı. Para, tahvil ve hisse senedi piyasalarına yabancı yatırım şöyle gerçekleşir: Yabancı yatırımcı, başta dolar ve euro olmak üzere elinde döviziyle gelir, dövizi Türk Lirasına (TL) çevirir. Bu arada kur, devlet müdahaleleriyle TL lehine kontrol edilmektedir. Yatırımcı aldığı TL’sını yüksek faiz getirisi olan TL mevduat hesaplarına ve ya yüksek faiz getirisi olan fonlara yönlendirir, vadesi dolunca ya işlemi tekrar eder ya da kazandığı faiziyle birlikte anaparasını çekip dövize çevirip ülke dışına çıkarır. Hatta son dönemde ‘carry trade’ olarak adlandırılan, başka ülkelerden düşük faiz oranlarıyla borç alarak, Türkiye’deki yüksek faiz ve kontrollü kur ortamından kazanç sağlayan yabancı yatırım miktarının arttığı ve bu işlemden epey kazanç sağladıkları da biliniyor.
19 Mart’tan itibaren, parasını alan dışarı çıkardı. Çok yüksek miktarda döviz çıkışı yaşandı. Tüm müdahalelere rağmen döviz kuru ve faiz oranları yükseldi. Fakat dediğimiz gibi zaten program, diğer ülkelere kıyasla bizim yoksullaşmamıza dayanıyordu. Artan enflasyonla yaşadığımız hayat pahalılığı yoksullaştığımızın en açık göstergesiydi. Borçlandığımızda ödediğimiz yüksek faizle bunu hissediyorduk. Hatta artık borç bile alamıyorduk, bize kredi verecek kimseyi bulamaz olduk. Artan altın fiyatları ve döviz kuruyla da yoksullaştığımızı hissediyoruz. Nasıl olur diyebilirsiniz? Sonuçta bu faiz oranı, döviz kuru, ücret dediğimiz birer fiyat değil mi? Hayır değildir. Her biri gelirin nasıl bölüşüldüğünü gösterir. Gelirin emek ve sermaye arasında nasıl bölüşüldüğünü, bizim emeğimizle yurt dışındaki emek arasında nasıl bölüşüldüğünü anlatır. Pazarda gördüğümüz her fiyat böyledir, adaletsiz bölüşümü gösterir. Eğer emeğe ödenen ücret, onun geçimini sağlayan, iyi bir yaşam standardını sürdürebileceği değerin altına itilirse sermaye sahibinin o fiyattan kendine aldığı pay daha da büyür, sermaye sahibinin kazancı artar.
Bölüşüm ilişkileri cinsiyete dayalı eşitsizlikleri barındırır
Satın aldığımız her ürünün fiyatında emeğin, sermayenin payı vardır. Peki ne kadarı emeğe, ne kadarı sermayeye gider, ne kadarı vergi olarak devlete gider, bu dağılımı belirleyen nedir? Bölüşüm ilişkileri yani toplumsal güç dengeleridir. Fiyatlar, sınıfsal güçleri, eşitsizlikleri, toplumsal ilişkileri yansıtır. Bu bölüşüm ilişkileri aynı zamanda cinsiyete dayalı eşitsizlikleri de barındırır. Kadınların gelire erişimi çok daha kısıtlıysa, eriştiğinde elde ettiği gelirin türü, ve düzeyi, erkeklere göre farklıdır. Servet dağılımına da durum farklı değil. Aile içinde servetin, mülkiyetin ve varlıkların büyük çoğunluğu erkeklerin elindedir. Bu nedenle, gelir ve servet bölüşümünü daha da bozan enflasyon ve yüksek faiz oranları, kadınları daha çok yoksullaştırır.
Aynı ilişkiler döviz kuru üzerinde de etkilidir. Döviz kuru, bu toplumsal ilişkilerin uluslararası düzeyde yansımasıdır. Döviz kurundaki artış, yani TL’nin yabancı paralar karşısındaki değer kaybı, tarımı, sanayisi dışardan gelen mal ve teknoloji ile üretim yapan ülkemizde, kısaca dışa bağımlı olan ülkenin o ürünün içine kattığı emek de dahil olmak üzere her şeyin, ürettiğinin dış malı yada hizmeti sattığın ülkeye göre değersizleşmesidir. Yani emeğimizi sadece yerli sermaye değil uluslararası sermaye de sömürür. Yerli sermaye de bu süreçte kaybedebilir. Ancak yoksullaşmadan tabii ki her kesim aynı şekilde etkilenmez. Güçlü olan, devletin bütün kolluk kuvvetleri ve ekonomi politikalarıyla, yukarıda anlattığımız masallarla koruduğu kesimler gibi kaybetmez, kazanır. Çünkü bütün bu kurgu onların kazanması içindir.
19 Mart akşamında TL, dolar (%3.27 oranında artışla 37.89 TL) ve avro (%3.13 oranında artışla 41.43 TL) karşısında değer kaybetti[1]. TL’nin ani değer kaybı yabancı yatırımcıların güvenini öyle sarstı ki, çünkü TL’sı üzerinden kazandıkları faiz gelirini dövize (dolar, euro, vb.) çevirirken değer kaybı yaşadılar. İki yıldır kazanç sağlayanlar yüksek faizlere rağmen kaçtılar. Onların gitmesi mi kalması mı iyi sorusu da, başımızın üstünde demoklesin kılıcı gibi sallanıyor. Bu duruma müdahale adına kullanılan araçlar ise eşitsizliği daha da derinleştirecek gibi görünüyor. Merkez Bankası dövize ihtiyaç duyan şirketleri desteklemek için her şeyi göze aldı[2]. Örneğin kur artışlarını engellemek için kamu bankaları ve varlık fonu tarafından yapılan hisse alımları, finansal varlıkları olanlara koruma sağladı. Servetleri düşük olanlar için ya da hiç olmayanlar için döviz artışının yükü değişmedi.
Geçinme yükü kadınlara
Şimdi tekrar düşünelim. Enflasyon, faiz artışları ve yükselen döviz kurları bizim için ne ifade ediyor? Eğer sürekli enflasyon artışı, maaş ve ücret zamlarını geçtiyse maaşınız ve ücretiniz reel olarak düşüyor demektir. Bu da yoksullaşmanın açık bir göstergesidir. Yılın başında belirlenen ücretler, emekli maaşları, dul/yetim maaşları sabit kaldıkça, enflasyon bu kesimlerin yoksullaşmasını hızlandıracaktır. Sermaye ve mülk sahipleri, kendilerini bu kayıplara karşı sattıkları malların fiyatını artırarak koruyabilirken hatta daha zenginleşirken, sabit gelirliler enflasyonun maliyetini ödemeye devam edecek.
Şimşek programından masal kısmı uçup gittikten sonra geriye kalan şey enflasyona ezdirilen ücretler ve maaşlarla yaşamı sürdürme mücadelesidir. Reel ücretlerin baskılandığı ortamda cinsiyete dayalı ücret açıkları da büyür. Alım gücü kısıtlandığında geçinme yükü kadınlara bırakılır. Tasarruf tedbirleri denildiğinde, eğitime, sağlığa harcamalar kısıtlandığında, kadınların hizmetlere erişimi zorlaşır; bakım yükü erkeklere kıyasla daha da artar. En çok kimler çeker bu yükü? Gelir eşitsizliği arttıkça payı azalan dar gelirliler ve de özellikle kadınlar, gençler, emekliler ve pek çok nedenle ayrımcılığa maruz kalanlar.
Erkekler iş bulurken kadın işsizliği arttı
Enflasyonun kadınlar için neden daha derin yoksulluk, daha çok çalışma anlamına geldiğini daha önce Kadın İşçi’de yazmıştık[3]. Yoksulluğun kadınlar için neden daha yaygın ve derin yaşandığını ise Kadın İşçi’de[4], İktisat ve Toplum Dergisinde[5] ve de Feminist Yaklaşımlar’da yaşlı kadın yoksulluğu üzerinden tartışmıştık[6]. Burada tekrar etmeyelim.
Sonuçta, Şimşek programı uçunca bize kalan; artan işsizlik, eşitsizlik ve yoksulluk oldu. Feministler olarak, ekonominin cinsiyet temelli eşitsiz işlediğini gösterdiğimiz gibi, para politikasının da bu eşitsizlikleri pekiştirdiğini biliyoruz. Faizler yükseldiğinde yalnızca yatırımlar azalıyor demekle işsizlik artıyor demekle kalmıyoruz. Aynı zamanda kimlerin işsiz kaldığını kimlerin işsiz kalmamak için düşük ücretle, sigortasız, geçici işlerde çalışmaya razı olduğunu da sorguluyoruz.
Şimşek programı örneğinde olduğu gibi kadınların – özellikle genç kadınların – zaten erkeklere kıyasla çok yüksek olan işsizlik oranları yalnızca şirketleri kurtarmaya odaklanan politikalarla daha da arttı. Ayrıca, ekonomi toparlanıyor denilen dönemde, erkekler daha kolay iş bulurken kadın işsizliği çok daha yavaş azaldı. Türkiye’deki resmi işsizlik rakamları dahi bu eşitsizlikleri gözler önüne seriyor. Biz de tüm bu eşitsizlikleri görerek sorgulayarak, ekonomideki gelişmeleri değerlendiriyoruz.
Son sözümüz şu olsun: her yerden yükselen eşitlik taleplerimizi hak, hukuk ve adalet taleplerimizin merkezine taşıyalım.
[1] https://medyascope.tv/2025/03/30/19-martin-faturasi-buyuyor-simsek-yine-para-ve-ikna-turunda-enflasyon-kur-faiz-hedefi-sasti/ “Merkez Bankası’nın kur artışlarını kontrol altına almak için kendi ve kamu bankalarının döviz rezervlerinden 28 milyar dolara kadar satış yapmasına rağmen dolar/TL kuru 38-39 TL, Euro/TL kuru ise 41-42 TL aralığında sakinleştirilebildi. Kur artışları nedeniyle Türkiye’nin dış borç stokunun TL karşılığı yaklaşık 700 milyar TL, özel sektörün kısa vadeli dış borç geri ödemelerinin TL karşılığı ise 65 milyar TL arttı. Merkez Bankası döviz rezervleri bir haftada 25 milyar dolardan fazla azalırken, sıcak para olarak adlandırılan carry trade ve Borsa İstanbul’daki (BİST) yabancı portföy yatırımlarından çıkışlar 11 milyar dolara yaklaştı.”
[2] https://medyascope.tv/2025/03/30/19-martin-faturasi-buyuyor-simsek-yine-para-ve-ikna-turunda-enflasyon-kur-faiz-hedefi-sasti/ “Şirketlerin ve bankaların hisse geri alımlarına ilişkin kurallar gevşetildi. Kamu bankaları ve Türkiye Varlık Fonu (TVF) hisse alımlarıyla BIST 100 Endeksi’ni destekledi. Merkez Bankası ayrıca döviz ihtiyacı olan şirketlere, ithalatçılara ve ihracatçılara ‘Türk lirası uzlaşmalı vadeli döviz satışı’ başlattı. Eş zamanlı olarak Merkez Bankası ‘Likidite Senedi’ ihaleleri de düzenlemeye başladı. Bu uygulama ile Merkez Bankası piyasalardan TL likiditesini çekmeye ve döviz talebine gidebilecek TL kaynaklarını engellemeye çalıştı. Buna rağmen geçtiğimiz hafta bankalardaki TL mevduatları yaklaşık 170 milyar TL azalırken, döviz mevduatları yaklaşık 7 milyar dolar arttı.”
[3] https://www.keeart.com.tr/etiket/enflasyon-hesaplama/
[4] https://www.keeart.com.tr/ekonomi-bizim-de-meselemiz/
[5] https://iktisatvetoplum.com/yoksulluga-yaklasimlar-teoriden-olcume-emel-memis-semsa-ozar/
[6] https://feministyaklasimlar.org/author/emel25/
Görsel: Ekonomim










