Skip to main contentSkip to footer

“Biz çalıştık, onlar kâr etti, bir de güya iflas etmişler”

Bazen ayakta yenilen hazır yemekler, bazen de evlere servis edilen paketler… Fastfood çok insanın gündelik hayatının bir parçası oldu. Ya o paketleri hazırlayan kadınlar hangi koşullarda çalışıyor, nelerle karşı karşıya? Geçtiğimiz günlerde maaşları, primleri, tazminatları ödenmeden işten çıkarılan AvaneCK’in kadın işçilerinin hikâyesi bize bunları anlatıyor.

Ücret

Ağustos ayında, yaklaşık 5 yıldır hazır yemek sektöründe paket-mutfak konseptiyle çalışan Avane Cloud Kitchen’ın bir şubesinin önünde eylem yaptıklarında öğrendik 270 işçinin bir mesajla işten çıkarıldığını. İşçilerin maaş, tazminat ve primlerini ödemeden kepenk indiren patron ortadan kaybolduğunda, geride kalan mağdur ve haklı olarak öfkeli işçiler, haklarını istiyordu. Biz de AvaneCK’dan bir açıklama beklerken zincir şubelerin önünde seslerini hem patrona hem de Çalışma Bakanlığı’na duyurmaya çalışan kadın işçilere ulaştık. Çalışma koşullarını, evdeki işleri, işyerinde yaşadıkları mobing ve cinsel tacizi, ağır iş yükünü, iflas ettiği söylentileri yayan patron Ahmet Orhon’un darmaduman ettiği hayatlarını, kadın istihdamı denen şeyin kadın işçilerin emeğinin yoğun sömürüsü olduğunu Duygu, Ebru ve Sevil’den dinledik.

Bir mutfakta dünyanın işi

Duygu, bir buçuk yıldır AvaneCK’da çalışmış genç bir kadın işçi. Paket servisin başında saatlerce sipariş hazırlıyor, aynı anda depodan ağır ürünleri taşıyor, bir yandan da eksik kalan işlerin yükünü sırtlanıyor. Erkek işçilerin sayısının zaten az olduğunu, gelenlerin de ağır tempoya dayanamayıp kısa sürede işten ayrıldığını anlatıyor. Böylece 18 kiloluk yağ bidonlarını, kasa kasa içecekleri, onlarca kilo ağırlığındaki pirinç çuvallarını taşımanın kendisi ve diğer kadın işçilerin “zorunlu görevi” haline geldiğine dikkat çekiyor.

Önce yaptığı işi anlatıyor Duygu: “Biz paket mutfak olarak çalışıyorduk genellikle ama ön servisimiz yani restoran tipi servisimiz de mevcuttu. Bazı şubeler sadece paket olarak çalışıyordu. İşte salata, burger tarzında ürünler çıkartıyorduk. Çoğunlukla donuk geliyordu bunlar ama diğer malzemeyi biz kendimiz hazırlıyorduk. Yeşillik vesaire hepsine biz bakıyorduk yani o şekilde bir restorandı. Yemek Sepeti, Trendyol, Getir gibi uygulamalar üzerinden müşteriler sipariş veriyor. Siparişler düşüyor bize, hazırlıyoruz. O uygulamaların kuryeleri üzerinden sipariş gönderimi sağlanıyor. Bir de tur dediğimiz bir sıralama var, orada normal sipariş veriyorsunuz, biz tabaklarda hazırlayıp önünüze sunuyoruz.”

Bu tempoda çalışırken Duygu’nun sağlığı her geçen gün bozuluyor. Bel ağrıları, kas tutulmaları, uykusuzluk ve sürekli yorgunluk onun “meslek hastalığı” olmuş durumda. “Mola hakkımız vardı ama yoğunluktan oturup nefes almak bile lükstü” diyor. Çalışma süresi kâğıt üstünde 8,5 saat olsa da pratikte mesailer uzuyor; fazla mesai ücreti ödenmiyor. Çünkü zaten asgari ücretten yüksek aldıkları gerekçesiyle her işi yapmak zorunda bırakılıyorlar. Bir buçuk yıl boyunca bu şekilde çalışıyor.

Kadınların güvencesizliği, patronların PR’ı

Ebru, aynı zincirin başka bir şubesinde 3.5 yıl çalışmış. 26 yaşında ve ailesiyle yaşıyor, 22 yaşında başlamış buraya ve “AvaneCK’da büyüdüm açıkçası” diye başlıyor sözlerine. Daha önce çok fazla çalışma deneyimi olmamış.

“Hayatım boyunca en uzun çalıştığım işyeri oldu” diyor. CEO’nun kadın istihdamıyla övünmesini dile getiriyor daha çok: “Kadın istihdamını bir reklam malzemesi olarak kullandılar. Biz sırtımızda ağır koliler, mutfakta ter içinde kalırken, onlar kameraların önünde ‘kadın dostu şirket’ pozu veriyordu. Her toplantıda bir lütufmuş gibi ‘biz kadınlara daha çok olanak sağlıyoruz, kadın ağırlıklı çalışıyoruz’ diyordu. Ama şubelerde kadın çalışanlar çok fazla zorbalanıyordu. Birlikte çalıştığımız erkekler tarafından da zorbalanıyorduk. Mesela Coca-Cola ve çıtır tavuk siparişi geliyor. Öyle bir iki koli değil. 300 koli. Biz diyoruz ki bir taşıyıcı ya da bir eleman daha görevlendirilsin. Çünkü çok fazla iş yapıyorduk, çok yoğunduk. Eski çalıştığım şube Kozyatağı’ndaydı. Depo -2. kattaydı, hatta otoparktaydı.  AVM’lerde olan alışveriş arabalarını düşünün, onun biraz daha büyüğüyle çıtır tavuğu, havucu, soğanı her şeyi taşıyorduk üst kata. Zaten orada bir tane erkek çalışan vardı. Sürekli kaçtı bu işlerden. Biz kadınlar arabayı bayağı bir dolduruyorduk. Dik bir yokuş düşünün. Bütün kadınlar arabaya asılıyorduk ki yukarı çıkarıp şubeye ürün yetiştirelim. Bunu çok söyledik hatta ben istifa etme noktasına geldim ki birçok kadın bundan dolayı işten çıktı. Erkekler şey diyordu çünkü, ‘kızlar da taşısın, biz amele miyiz’, bunlara da maruz kaldık.”

Kadın işçilerin defalarca şikâyet ettiği ağır yük taşıma sorunu ancak işçiler ısrarla mücadele edince kısmen çözülmüş. Depo yukarı taşınarak akülü araç alınmış. İşçilerin ısrarla bastırmalarına gerek yokmuş aslında. İstenildiğinde gayet de uygun fiyatla araç alınabiliyormuş, işyerinde fiziki düzenlemeler yapılabiliyormuş. Ama bu geçici bir rahatlama olmuş. Bel fıtığı, kas yırtıkları, sürekli yorgunlukla baş etmeye çalışıyormuş zaten işçiler. Bir arkadaşlarında bel kayması olmuş. Yemek yemeye fırsat bulamayan işçiler, sağlıklı ve düzenli beslenememekten dolayı mide ve bağırsak sorunları yaşamış. Üstelik yemeklere puan konulmuş. Günlük 95 puanlık yemek ‘hakkı’ verilmiş işçilere. Örneğin bir porsiyon çıtır dürüm 72 puan olarak önlerine konulmuş. “1 puan geçerseniz tutanak tutarız” tehdidiyle karşılaşmışlar.

“Tacizci abiye saygı gösterin!”

Ebru’nun anlattıkları bununla sınırlı değil. Şirkette taciz ve mobing vakaları yaşanmış. Kadın işçiler defalarca dile getirmiş ama yöneticiler görmezden gelmiş. “Bıkmadan usanmadan söyledik, şikâyet ettik, direndik. En sonunda tacizciyi işten attırdık. Ama biz çok yıprandık” diyor. İşe ilk başladığında kadın işçileri taciz eden o müdürü neredeyse şubedeki tüm kadınların şikâyet ettiğini ve aldıkları cevapları öfkeyle anlatıyor Ebru: “Bir tane kadın yönetici, bir tane de erkek yönetici vardı. Biz bunu dile getirdiğimizde hiçbir şekilde umursamadılar. ‘Siz yanlış anlamışsınızdır, o öyle bir insan değil, sizi samimi gördüğü için, o senin abin yaşında, saygı göstermen lazım’ vesaire. Ama bildiğiniz apaçık öyle bir insan. Hissedebiliyoruz kimin ne niyetle geldiğini. Bir kişi yanılır, iki-üç kişi yanılır. Herkes mi yanılır? Geliyor yanaşıyor, fısır fısır bir şeyler söylüyor. Yok ‘güzelim, bir tanem, bugün çok güzelsin.’ O kadar çekinmiyordu ki artık, zaten nasıl olsa müdür, her istediğini yapar gibi bakılıyordu. Bunun olmaması gerekiyordu. Bayağı bir çabaladık ve zorlaya zorlaya işten çıkarttırabildik. Çok zor oldu, çok fazla insan da taciz edildi. Çok fazla ses çıkardık ve kadınlar olarak çözdük bunu.”

İşe gidip gelirken yaşanan güvenlik sorunları, işçi kadınların korkulu rüyası olmuş. Yönetim, işçilere düzenli servis olanağı sağlamayarak, işyerine taksilerle ulaşım sağlamış. Hemen her gün tanımadıkları taksicilerle işe gidip gelmek can güvenliği ve cinsel taciz konusundaki korkularını sürekli diri tutmuş. Kadınlar defalarca talep etmesine rağmen vardiya saatleri geriye çekilmeyerek gecenin kör karanlığında çıkmışlar yola. Yaşadığı tedirginliği şöyle anlatıyor Ebru: “Gecenin 02.00’sinde çıktığınızı düşünün. Bindim taksiye, taksiciyi tanımıyorum. Plaka olsa bile güvenemiyoruz. Adam garip garip konuşuyor. Özel hayatıma giriyor. ‘Ne yapıyorsun, kaç yaşındasın, evlenmeyi düşünüyor musun’ gibi sorularına neden maruz kalıyorum mesela? Düşünün o süre boyunca taksidesiniz, adam sola gitmeniz gerekirken sağa kırsa gecenin ikisinde, üçünde ne yapabileceksiniz? Her söylediğimizde mal maliyet hesabı yapıyordu Ahmet Orhon. Servisi hesaplıyor, taksiyi hesaplıyor. Taksi daha ucuza geldiği için bizim güvenliğimizi önemsemiyordu.”

“Mutfak işi çocukluk hayalimdi”

Sevil, daha önce farklı işlerde çalıştıktan sonra bu zincirde işe başlamış. Kırk yaşında iki çocuk annesi, sigortasız çalıştığı ev temizliğinin yanı sıra çocuk bakıcılığı da yapmış. Çalışırken yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle daha uygun olacağını düşünerek AvaneCK’nın mutfağında işe girmiş. İş görüşmesinde verilen sözlerle umutlanmış: “Üç ayda bir uygun görüldüğümüzde sınavlara girerek title (unvan)alabileceğimizi, kıdem atlayabileceğimizi söylediler. Gerçekten de çok hızlı öğrendim. Zaten mutfak işi benim çocukluğumdan beri hayalimdi. Üçüncü haftada asistan kaptan oldum.”

Ama yükseldikçe yükü de artmış. Eğitimci olarak da görevlendirilmiş ve yeni gelen işçilere eğitimler vermiş. Çoğu zaman iki kişinin işini tek başına yapmak zorunda kalmış. 350-400 paketlik siparişleri yetiştirmek, aynı anda masa servisi, paketleme, temizlik ve mutfak hazırlığı…

Rush (telaş, acele) anlarında kesinlikle nefes alacak vaktin yok. Hani öyle bir yoğunluktan çıkıyoruz ki öldüm modundayız hepimiz. Rahatladığımız anda da bu sefer mutfak ekibiyle birlikte temizlik yapmak zorundasın. Bunu müdürler de yapıyor. Keza ben de öyle bir müdürdüm. Ekibi rahatlatmak adı altında Ahmet Orhon ve yönetim kadrosuna, atıyorum ‘Hani paket sistemini kapatalım da bu insanlar önce masaları halletsinler’ diyorduk. Çünkü aynı anda kurye geliyor ve o siparişi de yetiştirmek zorundasın. Masalarla ilgilenirken paketi zamanında çıkaramayınca kuryeyle kavga ediyorsun. Kuryeler de zamanla yarışan ve paket başı para kazanan insanlar. Biz masaya bakacağız diye paketi esnetiyoruz, paketi alamayan kurye ‘yarım saat, bir saattir burada bekliyorum’ diyerek sana hakaret etmeye başlıyor. Orada kadınmışsın, çocukmuşsun hiç bakmadan ana avrat küfreden kuryeler de oluyor. Öyle günler oluyordu ki 500-600 paket çıkıyordu, hem de masa vardı. Paket mutfakta bir kişi üç kişinin işini yapsın isteniliyor. Benim en büyük isyanlarımdan biri buydu” diyor Sevil. Fast food zincirlerinin hafta sonu yoğunluğunun onların her günkü temposu olduğunu dile getiriyor.

“Kızımla vakit geçiremedim”

Sevil’in en çok şikâyet ettiği durumlardan biri de AvaneCK’da yaptığı işin sosyal hayatını tamamen yok etmesi olmuş. Çocuklarıyla vakit geçirememiş, evine gittiğinde yorgunluktan konuşacak hâli kalmamış. Özellikle küçük kızıyla bağ kuramamak içini yakıyor: “Üç vardiya çalışırken ben en çok kapanış vardiyasını severdim. Çünkü ben kapanıştan geldiğim zaman saat 11.00-12.00 gibi uyanıp yemeğimi/temizliğimi yapıyorum, çamaşırları yıkıyorum, çocuğumun okuluyla/dersleriyle ilgileniyorum. Gün içerisinde alışveriş oluyor, eşimle ilgileniyorum. Bir kadının evdeki işi asla bitmiyor. Asla bitmediği için de kapanış benim kolayıma geliyordu. Saat 11.30’dan 16.30’da kadar evde dünyanın işini vızır vızır yapıp o şekilde işe gidip ekstra da işte çalışıyordum. Küçük kızım hep ‘anne-kız günü yapalım’ derdi. Ama ben bir türlü yapamadım. Oğlumu büyütürken yapabiliyordum çünkü zamanım oluyordu. AvaneCK’da çalışmaktan kızıma vakit ayıramadım. Özbakım desen, yok. Sabahları kapanıştan döndüğünde biraz ev işi, biraz uyku, sonra tekrar iş. Bu sektöre genç yaşta girseydim evlenemezdim.”

Şirket ‘batar’, fatura kadın işçilere çıkar

Kadın işçiler, en ağır koşullarda çalışırken CEO Ahmet Orhon’un “milyon dolarlık ciro, milyon dolarlık yatırım” söylemleri havada uçuşmuş. Çalışanlara sürekli, “Yeni ortak buluyoruz, biraz sabredin, maaşlarınızı ödeyeceğiz” denilmiş ama maaşlar ödenmemiş, tazminatlar, primler, yıllık izin hakları içeride kalmış.

Sonunda işçiler bir sabah, bir mesajla şirketin kapandığını öğrenmiş. Ne bir açıklama ne bir toplantı ne de hesap verecek bir muhatap…

Maaşlarını alamayanlar arasında kirasını ödeyemeyen, çocuğunu tedavi ettiremeyen, yol parası bulamayan kadınlar var. İşçilerin anlattığına bakılırsa olay şirketin iflası değil aslında patronların mal kaçırmasıymış. “Biz işimize ailemizmiş gibi sahip çıktık ama patron bizi kapı dışarı etti. Kötüye gidiyoruz deniliyordu ama 2 ay öncesinde işçi alınıyordu. Pırlanta gibi, 17-19 yaşında çocuklar geldi ve canla başla çalışıyorlardı. Ve onlar sadece yarım maaş alabildiler. Bunun neresi hak neresi hukuk? Hakkınızı helal edin diyorlar şimdi bize. Sen benim paramı ver öyle hakkımı helal edeyim. Sen benim emeğimi vermezsen ben seni hiç görmem, hakkımı da yanında komam. Sen benim canımsın, ciğerimsin’ dedin diye ‘Al Ahmet Abi benim 250 bin liram sana feda olsun’ mu diyeceğim. Demeyeceğim. Benim 250 bin lira için 250 gece fazla çalıştığım bile oldu. O kadar pis oyaladı ki bizi. Adam resmen mal kaçırabilmek için şubelerde tedarikçisine, nakliyatçısına, yatırımcılarına 6 ay para vermemiş. İcra giden şubeler olmuş. Bunların hepsini çıkarıldıktan sonra öğrendik” diyerek anlatıyor yaşadıklarını Sevil.

AvaneCK’da çalışan kadın işçiler özbakım gibi en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamamış çalıştıkları süre boyunca. Kuaföre gitmek, kitap okumak, arkadaşlarıyla kahve içmek lüks haline gelmiş. Bedensel yorgunluk zihinsel yorgunlukla birleşmiş. Duygu, Ebru ve Sevil’in anlattıkları yalnızca bireysel mağduriyetleri değil, kadın emeğinin sistematik olarak nasıl değersizleştirildiğini ortaya koyuyor. Görev tanımına title ekleyerek işyerindeki tüm işlere koşturup şirketin marka değerini yükseltiyor, ‘kadın istihdamı yaratıyoruz’ diyerek emek sömürüsünün cilalı PR’ını yapıyorlar. Ancak kadın işçilerin çalışma yaşamını güvenli hale getirmiyor, iş kazaları ve meslek hastalıkları başta olmak başta üzere karşılaştıkları riskler için herhangi bir tedbir almıyorlar.

Sömürünün boyutları mücadeleyle görünür oluyor

Bugün AvaneCK Mağdurları olarak birbirine bağlanan işçiler, şirketin İstanbul ve İzmir’deki şubelerinin önüne giderek açıklama yapıyor, CEO Ahmet Orhon’dan haklarını istiyorlar. Ve tek tek sıralıyorlar taleplerini:

“İki aydır ödenmeyen maaşlarımız, faiziyle birlikte ödensin. Haksız yere feshedilen sözleşmelerimizin karşılığı olan kıdem ve ihbar tazminatlarımız eksiksiz verilsin. Patronun iflas oyunuyla haklarımızı gasp etme girişimi yasal mercilerce incelensin ve sorumlular hesap versin. Hiçbir işçi ‘helallik’ gibi bahanelerle aldatılmasın; emeğimizin karşılığı tam ve zamanında ödensin. İşyerlerinde işçilerin haklarını koruyan denetimler sıkılaştırılsın, benzer adaletsizlikler önlensin.”

Yazarın Diğer Yazıları

İlginizi Çekebilir

Son Yazılar