Skip to main contentSkip to footer

Karavanları giydiren kadın

Canan Arıcı, yakınlarının “İnsanları giydiriyorsun, bizim karavanı da giydir” teklifine kadar saray nakışı eğitmeniydi. Hatır için başladığı karavan güneşliği üretimine gelen talepler üzerine devam eden Arıcı, “İnsan gibi karavandan da ölçü aldım” diyor.  Böylece o kadın terzilere de yeni bir hizmet kolunun kapısını aralamış…

Hayatta hiçbir şey kendiliğinden olmuyor. Bunun için emek şart. İşte Canan Arıcı’nın hikayesi tam da bu gerçekleri kanıtlar nitelikte. Zira okuldan alınıp konfeksiyona verildiğinde henüz 14 yaşındaydı. Bu onu durdurmadı! Bilakis hırslandırdı, eğitimi tamamladı. Özel ilgisi olan Osmanlı saray nakışında usta olup dersler verdi. Arıcı, farklı işlere de girip çıktı ve Covid salgını dönemi ‘istek’ üzerine karavanlara güneşlik ve diğer koruyucu örtüler dikmeye başladı. Böylece nakıştan karavan güneşliği üretimine geçti.

Hatır için yaptığı iş

Dünyada ve Türkiye’de Covid salgını milyonların hayatında farklı izler bıraktı. Özellikle büyük şehirlerde insanları yaşam alanlarını daraltarak onları beton duvarların içine hapseden pandemi, topluma unuttuğu bir değerin ‘doğanın’ kıymetini hatırlattı. Ve her zamanki gibi “imkanı olanlar” beton duvarlardan tekerlekli evlere “karavanlara” sığındı. Bir kaplumbağa gibi yaşamayı fazlaca benimseyenler pandemiden sonra da karavandan vazgeçemedi. İşte bu süreçte Canan Arıcı’nın hayatı da yıllar yıllı severek yaptığı bir dönem eğitmeni de olduğu, el emeği göz nuru Osmanlı saray nakışını bırakıp yeni bir alana geçmesine neden oldu. Pandemi dönemine dek hayatını nakış yaparak kazanan Arıcı, diktiği karavan güneşliklerinin çok beğenilmesi üzerine, farkında olmadan sektörde yeni bir hizmet kolu yarattı. Öğrencilerine de bu işi öğreten Arıcı, bir bakıma diğer kadın terzilerin de bu alanda önünü açtı.

Doğrusu, Canan Arıcı’nın karavanlara güneşlikler diktiğini ilk duyduğumda hem şaşırdım hem de sektörde kendine yeni bir iş kolu açtığını fark ettiğim için memnun oldum. Bu sebeple kendisini tanımak istedim; beni geri çevirmedi. Onunla dükkanında konuştuk. İşte doğma büyüme İstanbullu olan 48 yaşındaki  Canan Arıcı’nın hikayesi…

“14 Yaşında konfeksiyona başladı”

Canan Arıcı tam bir mücadele insanı. Henüz 14 yaşında bir çocukken konfeksiyonda çalışarak başlamış işe ve neredeyse o gün bugündür de çalışmayı bırakmamış. Dikiş dikebilmek onun en büyük artısı olmuş ama ömrünü konfeksiyonda da geçirmemiş. Şöyle anlatıyor,

“Babam Sivaslı, annem Makedon. Ben doğma büyüme İstanbulluyum. Babam ilkokuldan sonra ‘kızlar artık okumaz’ dedi. 14 yaşında konfeksiyonda çalışmaya başladım. Makineyi orada öğrendim. 15 -16 yaşıma geldiğimde çok yalvardım, yine ‘olmaz’ dedi. Çok ağlayınca dayanamadı. Kardeşimle birlikte ortaokula başladım. Herkesten üç yıl sonra ortaokulu bitirdim. Sonra babam yine ‘hayatın bitti’ dedi. Ama ben yılmadım. Gizlice liseye yazıldım. İki yıl hep gizli gittim. İkinci ve üçüncü yılda babam o kadar yıl geçmesine rağmen vazgeçmediğimi görünce, izin verdi ve ben liseyi bitirdim. Bu sırada bedava eğitim alabileceğim yerleri araştırdım ve hep bursluluk sınavlarına girdim. Dershanelerden bursluluk sınavları kazandım. Hem lise sonu hem de dershaneleri, hafta sonları ve akşamları beraber götürdüm. 1998’de bilgisayar bilmek çok önemli bir şeydi. Bilgisayar muhasebe işletme sertifikası aldım. Bununla birlikte dershanede derece alınca iyi yerlere işe de gönderiyorlardı. Ben de Rota Denizcilik Eğitim Merkezi’nde memur olarak işe başladım. Orası şimdi Piri Reis Üniversitesi oldu. Yani biz onun açılışında çalıştık.”

Makineleri tamir etmeyi de öğreniyor

Tuzla’da memur olarak çalışırken yaptığı çevre sayesinde Yeditepe Üniversitesi’ne geçen Arıcı, burada da altı sene çalışmış. Ancak dikiş eğitiminde ustalaşmak isteyen Arıcı, annesi ve teyzelerinin de mezun olduğu Sabancı Olgunlaşma Enstitüsü’ne girmek için sürekli kendini yetiştirmiş. Hazır olduğunu hissettiğinde ise işini bırakıp hedeflerine yürüdüğünü şöyle anlatıyor,

“Çocukluğumdan beri bu işin içindeyim ve hep kurslardaydım. Yani memurken hafta sonu çalışmıyorsunuz, size kalıyor. Zanaatın içinde doğunca da sürekli farklı şeyler öğrenmek istiyorsunuz. Ben de nakış alanında ilerlemek istedim, Osmanlı saray nakışı hep ilgimi çekmişti. Oradan alıp yürüdüm. Yeditepe’de rektörlük asistanı olarak uzun süre memurluk yaptıktan sonra yapmak istediğim asıl iş için Sabancı Olgunlaşma Enstitüsü’ne girdim. Oradan çıkan öğrenciler çok başarılı oluyor. Eğitimlerde her şeyi bilmek zorundalar; makinalarını tamir etmek, her şeyi kendileri dikmek ve üretmek zorundalar. Kumaşın üretiminden, kıyafetin bittiği hale kadar her şeyi bilerek yapmak zorundalar. Sabancı Olgunlaşma’nın kendisi dünyanın birçok ülkesine ürün gönderiyor. Özellikle nakış alanında. Eğitim, iki yıl sürüyor. Birinci yıl tamamen teknik, ikinci yıl; iki gün okul üç gün staj. Memur olarak çalışırken, bir yandan da Sabancı Olgunlaşma’ya hazırlanıyordum. Teknik, çizim, resim bilgileri, makine bilgim çocukluğumdan beri var çünkü annem de teyzelerim de oradan mezun, Beyoğlu’ndan. Böylelikle Yeditepe’den ayrıldığımda aldığım tazminatla moda tasarım okudum. Aynı okulda bir süre öğretmen olarak kaldıktan sonra kendi işimi yapmak istedim. Çok güzel tecrübeler edindim, çok güzel insanlarla tanıştım.”

Tarihi dizilere nakış yapmış

Enstitüde okurken yaptığı ‘Osmanlı saray nakışı’ projeleri bu sektördeki dergilerde yayınlanan Arıcı, dizi sektörünün dikkatini çekmiş, “Tarihi dizilerde kullanılmak üzere örtüler, çantalar da hazırladım. Osmanlı’daki her şey altın pullarla işlenmiştir. İşin inceliği dikkat çekince sektörde işlerimle görünür oldum.”

Aslında iş hayatına başlangıcı biraz sıkıntılı olsa da daha sonra azminin karşılığını fazlasıyla görmüş. Çalıştığı her yer bir sonraki işi için ona referans olmuş; yeni işin kapılarını aralamış. Birkaç yıl Necla Nazır’ın sunduğu bir televizyon programında çalışmış, orası için projeler hazırlamış. Enstitüden ayrıldıktan sonra bir süre evden çalışan Arıcı, daha sonra kendisine küçük bir atölye açmış,

“On iki sene önce küçük bir atölye açarak bağımsız çalışmaya başladım. Atölyemde dikiş – nakış öğrenmeye gelen öğrencilerim de vardı. Dersler bir yıl sürüyordu. Bugün onların kimi terzi oldu, kimi çeyiz atölyesi açtı. Ayrıca beraber çalıştığınız, ders verdiğiniz kişiler de vardı. Bir güven ortamı oluştu. Yedi yıl önce karavan güneşliği dikmeye başladım, bir sürü insan için de yeni bir iş alanı açtığımı düşünüyorum. Çünkü karavanda çok fazla şeye ihtiyaç var.”

Hatır için başladığı işi severek sürdüren Arıcı, yeteneğini babasının memleketi Sivas’a özgü ‘zanaat edindirme’ geleneğine bağlıyor, şöyle diyor, “Sivas’ta çocukları boş oturtulmazlar. En tembel çocuğa bile kapının önünde kaşık oydururlar!”

“İnsan gibi karavandan ölçü aldım”

Arıcı’nın karavan serüveni pandemi zamanı başlıyor demiştik. O dönem İstanbul İdealtepe’de yaşayan Arıcı, pandemide toplumda artan karavan merakının kendisine nasıl artı değer kattığını şöyle anlatıyor;

“Pandemi zamanıydı ama henüz kapanmalar başlamamıştı. Aile yakınlarımın karavanları vardı, onları karavan otoparkında ziyaret ediyorduk. Hep beraber o ortamda olmayı seviyordum. Çünkü karavancılar belli bir kültüre sahip insanlar ve onlarla sohbet etmek çok güzel. Ziyarete gidiyorduk. Onlarsa hep benimle uğraşıyorlardı. Bana, ‘Hep insanlara dikiyorsun. Bir de bizim arabamıza güneşlik dik’ diyerek takılıyorlardı.”

Bu talepler bitmeyince o da kollarını sıvamış… Ancak Canan Hanım orta boylu ve zayıfça bir kadın. Onu bir başına kocaman karavanların ölçüsünü nasıl aldığına şaşmadım desem yalan olur! Kolaymış gibi bakın bunu nasıl anlatıyor;

“Bir gün ısrarlara dayanamayıp gerçekten elimde naylonlar, poşetler gittim karavandan ölçü aldım. Kalıbını çıkardım. Bir insandan, bir hayvandan kalıp çıkartabilen, her şeyden çıkartabilir, bence. Elbette karavan provası kolay değildi, yağmur, çamur, rüzgar altında büyük bir aracın provasını almak beni epey zorladı, ama işi bitirdiğimde çok da güzel oldu. Bu kadar tutulacağını düşünmemiştim ama çok beğenildi. Dikiş bilen biri için işlem basitti; Arabanın üstünden kalıp çıkardım. Sonra onu kumaşa döktüm ve diktim. Bunun için bir kez prova yapmam yetti. Ön cam, yan camlar, kapılar tamamen tek parça, yekpare. Bir tane diktim. Fakat ben bir tane dikeceğimi düşünürken, onu gören diğer karavancılar da istemeye başladı. Aile yakınım karavanla gezdikçe Türkiye’nin çeşitli yerlerinden bana da sipariş gelmeye başladı. Metreyle kumaş almaya başladım ve işler büyüdü.”

“Başta arabayı çizmemden korktular”

Başlangıçta otomobil markalarını bile bilmezken bugün farklı marka karavanların siparişlerini hazırladığını söyleyen Arıcı, ilk siparişlerde bazı karavan sahiplerinin “ölçü alırken araç arabalarını çizmesinden korktuklarını” söylüyor. Yüzde yüz pamuklu bir kumaş kullandığını, güneşe dayanıklı ürünlerin kış için uygun olmadığını da belirten Arıcı, “Provalarda başta müşteriye güven vermekte zorlandım. Araçlarını çizmemden korkuyorlardı. Onlara indirim yaparak, ikna etmeyi başardım ve on iki farklı araçtan kalıp çıkardım. Zamanla müşterilerimin talepleri de bu alanda gelişmeme büyük katkı sağladı. Çünkü bana hep farklı taleplerle, çizimlerle geldiler. Ben de yaptığım işi çok sevdim ve bırakmadım. Şu an sadece yazlık ürünü dikiyorum. Çünkü ülkemizde 12 ay yaz mevsimi yaşayabilen şehirler var. Sırf onlar için çalışıyorum ve onlara ancak yetebiliyorum. Ama galiba kışlık ürünler de tasarlanmaya başlayacağım artık. Bu işin tek zorluğu, provasız dikiş isteyenlerin olması. Provasız dikişler iyi olmuyor. O aracı yakından ölçüp biçmem, bir insanın gibi provasını almam gerekiyor” diye konuşuyor.

Terzilik mesleği asla ölmez

Haftanın altı günü sabahtan akşama kadar çalışan Arıcı, günde üç karavanı giydirebiliyor. Arıcı, “İşe sabah dokuzda başlıyorum. Öğlene kadar kumaşları kesiyorum. Öğleden sonra hepsini bir konfeksiyon usulünde tamamlıyorum. Yani, hepsi aynı anda çıkıyor ve hepsi aynı anda bitiyor. Ürünün yanında çantası, anahtarlığı, küçük hediyeleri de oluyor. İşi tamamlayıp dört buçuğa kadar söz verdiğim gibi kargoya veriyorum” diyerek yıllar yılı edindiği tecrübenin hakkını verdiğini de aktarmış oluyor.

Terziliği hiçbir zaman ölmeyecek bir meslek olarak tanımlayan Arıcı, okumaktan yeni şeyler öğrenmekten de geri durmuyor. “Şimdilerde deri sektörüyle uğraşıyorum. Kışın işlerin az olduğu günlerde deri kursuma devam ediyorum” diyor.

Karavancılar arasında ünü yayılan Arıcı bugün tiyatrocusundan, iş insanına her sektörden karavan kullanan meraklılarına hizmet sunuyor.

Bunca eğitim, iş – güç arasında 25 yaşında evlenen Arıcı, ilk çocuğunu 29 yaşında dünyaya getirmiş. Yoğun iş ve eğitim hayatında ikinci çocuğunu kucağına aldığındaysa 38 yaşındaymış. Öğretim görevlisi olan eşinin emekli olduktan sonra kendisine yardımcı olduğunu söyleyen Arıcı, “Eşime de dikiş makinelerini kullanmayı öğrettim. Bütün makineleri kullanabiliyor şu an. Ve ben işte sıkıştığımda, o yardım ediyor.” diye konuşuyor.

“Emekli olamadım”

Yaptığı işin maddi karşılığını sorduğumda, beklemediğim bir yanıt alıyorum, “Şöyle, bu iş tek başıma çalıştığım için beni zengin etmez. Yine de para özgürlüğümü sağlıyor. İş işi açıyor ama riskleri de çok. Aç kalmam ama. Çünkü her türlü dikiş alanını yapıyorum. Perde dikerim, örtü dikerim, yine paramı kazanırım. Ama karavan güneşliği ciddi bir para özgürlüğü kattı bana. Bir sürü yeni insanla tanıştım. Ayrıca insanlar çok mutlu oluyorlar. Fotoğraf çekip gönderiyorlar. Mesela, Ankara’dan bir müşterim, o kadar sevinçli bir biçimde kargoyu almaya gitmiş, ürünü kucaklamış ve fotoğraf çekip bana göndermiş ki. Onun gibi daha niceleri var, bunları görmek beni mutlu ediyor” diyor.

Bu kadar sevilmesi ve talep edilmesinde müşterisine verdiği “güvenin” büyük etkisi olduğunu vurgulayan Arıcı, “Ürünüm olur da sökülürse, bana göndermelerini söylüyorum. Ben olduğum müddetçe, ürünün garantisi var! Kargo hariç ücretsiz onarımını yapıyorum” diyor.

Çocukluğundan beri çalıştığı halde sigorta primleri düzenli ödenmediği için emekli olamayan Arıcı, “Bütün arkadaşlarım emekli oldu. Ama elbet ona da sıra gelecek” diye konuşuyor.

Yazarın Diğer Yazıları

İlginizi Çekebilir

Son Yazılar