Büro çalışanı kadınlar işyerlerinde en acil ihtiyacın kreş olduğu noktasında birleşiyorlar. Aile yılı politikalarının kadınların omuzuna yüklendiği vurgusunu yapan kadınlar “bakıcı” rolünü de reddederek “Annelik izni” değil “ebeveyn izni” istiyorlar.

Büro Emekçileri Sendikası, kreş tartışmasını başlatan seslerden biri olarak ortaya çıktı. Çocuk doğurmayı düzenleme çabası içinde olan iktidara itirazları dikkat çekti. Kadınlar, devletin ihtiyaçlarına göre “ideal” nesli doğursun istiyorlardı. Ama sayıyı az buluyorlardı! Sendika bu noktadan girdi ve doğrudan sordu; “Üç çocuk istiyorsunuz kadınlardan. Peki doğuracak kamu çalışanı için kreşiniz var mı? Büro Emekçileri Sendikası şunu da özellikle belirtmek istemişti; “Sanki hane halkının yaşadığı başka bir sorun yokmuş gibi, aile politikalarını sadece kadınların çok çocuk doğurmasına indirgediniz!”. Esas zihniyeti deşifre eden Sendika, hükümetten o paralelde bir talepte bulundu. Çok önemli bir talepti bu; “Çocuk bakımı başta kadın emekçiler olmak üzere, ebeveynler üzerinde ciddi bir ekonomik yük haline geldi. Mevcut yasal düzenlemeler çerçevesinde politikaların geliştirilmesini istiyoruz. Buna ilişkin adımlar atılmasını ve iş yerlerimizdeki kreş ihtiyacının giderilmesi talep ediyoruz”.
Kadın kamu emekçisi susmadı
Öte yandan çocuk bakımı bir kadın sorunu değil, ebeveyn sorunu. Kamu çalışanı kadınlar açısından baktığımızda, devlet kreşlerinin yetersizliği ortada. Dolayısıyla “Üç çocuk doğur” talimatı kreş sayısının artışı ile paralel gitmedikçe, son derece anlamsız. Bir örnek vermek gerekirse, Vergi dairelerinde kadınlar çoğunluk olmasına rağmen kreş hizmeti yok. Küçük çocuklu birçok aile gelirlerinin önemli bir kısmını çocuk bakımına harcamak zorunda bırakılıyor. Bu soruna iktidarın çözüm bulmak için bir çabası gözlenmiyor. Peki ücretli çalışan anneler ve çocuk bakımı krizine nerede nokta konacak. .Bu konuyu Büro Emekçileri Sendikası(BES) İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı Zeynep Kışlak Yıldırım ile görüştük.

“Hepimiz yoksulluk içindeyiz”
Vergi dairesinde uzun yıllardır çalışıyor Zeynep. Bu iş kolunda Büro Memur-Sen’in örgütlü olduğunu söylüyor; “KESK de olsa Memur-Sen de olsa, yaşananlar aynı sorunlar. Hayat pahalılığı, ödediğimiz astronomik kiralar, elimize geçen çok az maaş… Oysa Toplu sözleşme görüşmelerinde yüzde 60 zam alacağız diyorlar ama sonuçta bir önceki sözleşmede alınan zam oranımız çok düşük. Hepimiz yoksulluk içindeyiz”. Uzun yıllardır sendika olarak mücadelesi sürüyor BES’in. 8 bin üyeye sahip. Nüfus ve vergi dairelerinde, adliyelerde, Sosyal Güvenlik Merkezi’nde, İşkur’da, TUİK’te ve Darphane’de örgütlü. Zeynep diyor ki; “Ben haftada dört gün çalışıyorum. Bir günüm de sendikal çalışmalar yapmak üzere işyeri ziyaretleriyle geçiyor”. Kadın işçi hakları üzerine BES’in daha fazla eğildiğini vurguluyor ve şunları paylaşıyor; “Kadın meselesinin çok iyi özümsenmesi gerektiği düşüncesi hakim sendikamızda. Çünkü üyelerimizin yüzde 50’si kadın. Toplumda kadının rolleri belli. Ev işine, çocuk sorumluluğuna, yaşlı bakımına kadının vazgeçilmez görevleri olarak bakılıyor.. Maalesef kadın bunlardan zaman bulup sendikal çalışmalara eğilemiyor. O yüzden sendikal mücadelede kadın az”.
“İhtiyaçlarımıza ulaşmakta zorluk çekiyoruz”
Zeynep, düşüncelerini paylaşmayı sürdürüyor; “Biz kamu emekçilerinin gelirlerinin yoksulluk sınırının altında olduğunu anlatıyoruz sürekli. Pahalılık artık yaşamı çok zorlaştırıyor. Her geçen gün ihtiyaç duyduğumuz tüketim mallarına ulaşmakta zorluk çekiyoruz. Bir kilo kiraz 400 TL ise gerisini artık siz düşünün. En temel ihtiyaçların fiyatları inanılmaz fırladı. Kent yoksulluğu yaşıyoruz. Büyük şehirlerde sanki sürgünde gibiyiz. Aşırı yüksek kiralar nedeniyle barınma sorunu da yakamızda. 2024 yılının ’emekliler yılı’ ilan etmelerine rağmen, bütün emeklileri açlık sınırında ücretlere layık gördüler. Şimdi de 2025’in ‘aile yılı’ olduğunu açıkladılar. Bu kez de aileler yoksullukla boğuşuyor”.
Kadın sendikacı olmak !
Bir kamu çalışanı olarak işçi örgütünde “kadın sendikacı” kimliğini konuşuyoruz. Bunun pek kolay olmadığına dair bir yorum yapıyor. Tüm sendikacılar gibi o da işyeri ziyaretleri yapıyor. “İstanbul’daki bütün işyerlerine gidiyoruz” diyor ve ekliyor; “Buralarda genellikle idareciler hep erkek. Kadınlar da var ama ‘yardımcı’ pozisyonunda. Sadece üyelerimizle görüşmekle kalmayıp o dairenin müdürü ile de konuşup talepleri iletiyoruz”. Bu ziyaretlerinden birinde “evli misin?” sorusu ile karşılaşmış. Şu çerçevede bir yorum yapıyor. “Medeni durumumun sorulması elbette sendikacı kimliğinin sadece bekar kadınlara atfedilmesi gibi bir anlayışın ürünüydü. Mücadele veren kadınlar evli olmak zorunda değil tabii ki. Rahatsızlık vermişti.” Başka neler yaşıyor bu çerçevede anlatmasını istiyoruz; “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde de iş yerlerinde şiddet eksenli toplantılar yaparız. Bu toplantılardan birinde şiddetin ölümle de sonuçlanabildiğini anlatırken bir erkek kamu çalışanı, ‘çok konuştuğu için öldürülüyor olmasın’ dedi! Tabii öfkelendiren bir durumdu. ‘Sizin nazarınızda ben ne kadar konuşursam öldürülmeyi hak edebilirim’ diye sordum bu insana. Sonrasında daha da ileri gidip hakaretini sürdürdü. Tabii işyeri amiri tutanak tuttu. Biz de dava açtık”.

Anket çalışması
Yoksullaştırma politikalarının en çok kadınları ve çocukları mağdur ettiğini anlatıyor. “Çocuğun bakımından sadece kadın sorumlu olamaz” yorumunun ardından, birçok devlet dairesinde kreş olmadığına dikkat çekiyor. “Çalışanların arasında en az 150 kadın bulunan işyerleri için kreş zorunluluğu bulunuyor” açıklamasını yapan Zeynep, nüfus ve vergi dairelerinde gerçekleştirdikleri anket çalışmasından da söz ediyor. İşyeri anketlerinde büyük bir çoğunluk kreş sorununu gündeme getirmiş. Şu ifadeleri kullanıyor; “Şunu soruyoruz BES olarak; Bu yılı ‘Aile yılı’ ilan ettiniz, ‘Üç çocuk doğurun’ dediniz. Tamam ama iş yerlerinde kreş var mı? İstanbul’da özel kreşler çok zamlandı. Bir çocuk kreşinin aylık ücreti 25 bin. Eğer üç çocuğa sahipse bir aile bu çok büyük bir maliyet. Üç çocuğun olduğunda 75 bin TL ödemek durumunda kalacaksın kreşe. Maaş 50 bin. Aradaki o eksi fark ne olacak?”
“Annelik izni” değil “ebeveyn izni”
Yaşanan yoksulluğu kadınların daha derin olarak yaşadığına işaret ediyor Zeynep Kışlak. “Aile yükünü kadının fedakarlığı üzerine kuran iktidar, kadını sadece annelik ve aile üzerinden tanımlıyor” diyor. Sendikacının erkek egemen terimlere itirazı var; “Doğuma yakın izin kullanan kadın memur için ‘annelik izni’ tanımı var. Biz BES’li kadınlar bunun ‘ebeveyn izni’ olarak ifade edilmesi taraftarıyız. Emzirme için var olan ‘Anne Odası’ da ‘Ebeveyn Odası’ olmalı. Toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten bir yerden çözüm önemli bizim için. Sendikamız aile politikalarının sadece kadınların çok çocuk doğurmasına indirgenmesinden rahatsız. Onların üzerine yıkılan bakım yükü, öncelikle bir ebeveyn sorumluluğu haline getirilmeli. Sosyal devletin yükümlülüğü altında olmalı”.
Kadınlardan bakıcı olmaları bekleniyor
BES, nüfus ve vergi dairelerindeki kamu emekçilerine yönelik bir anket çalışması yürüttü. Gerçekleştirilen ankete verilen yanıtlar daha çok kreş sorunlarını ön plana çıkarıyor. Anket verilerine göre, mevcut düzenlemeler çalışan kadını eviçi bakımla da sorumlu tutuyor. İşyerlerinde kreş açılmasının zorunlu hale gelmesini talep ediyor BES. Kadınlardan genellikle aile içinde ‘bakıcı olmaları’ bekleniyor. BES çalışanı kadınlar bütün bunlara karşı çıkıyor. Bu sorumluluğu hafifleten teşvik edici politikaların hayata geçirilmesini istiyorlar. Dolayısıyla “Annelik teşviği” ve “doğurun” önerisi varsa, işyerlerinde kreş açılması da zorunlu hale getirilmeli. Anketin anafikri şöyle; “Madem üç çocuk diyorsun o zaman kreş hizmetini de sağla!”
Zeynep, işyerlerine birçok soru’nun yer aldığı formların dağıtıldığı bilgisini paylaşıyor. ” Kreş çok büyük ihtiyaç olarak oraya çıktı” diyor ve ekliyor; “Özel kreşe vereceğimiz ücret bize çok ağır gelir. Vergi daielerinde bu hizmeti verilmiyor. Sadece Kıztaşı Vergi Dairesi’nde kreş var. Biz kamu çalışanları adeta seferberlik hali koşullarında yaşam sürdürüyoruz. Çünkü yol paramız yok, yemek-çay yok. Hatta su dahi yok. Suyumuzu kendi paramızla alyoruz. Kira artışları yüzde 40. Maaş zammı ise yüzde 15 dolayında. Aradaki farkın sonucu yoksulluk. Aldığımz para ise açlık sınırının altında”.










