haziran ayı dünyanın her yerinde onur ayı. sendikalar ve genel olarak emek hareketi, sanki bu insanlar emek gücünün parçası değilmiş gibi davranmaya devam etse de biliyoruz ki lgbti+ emekçiler var; onlar da geçinmek için emeklerini satmak zorunda. bütün bunları pembe yaka inisiyatifi’nden seçin tuncel ile konuştuk.
sendikalar lgbti+ emekçilere dair bütüncül ve kapsayıcı politikalar geliştirmiyor

yıl 1969. özgürlükçü hareketlerin dünyayı sarmaya başladığı bir dönem. new york’un, greenwich mahallesi’nde, stonewall inn adında, daha çok eşcinsellerin ve transların takıldığı bir bar var. polis burayı rahat bırakmıyor ve 28 haziran sabaha karşı buraya bir kere daha baskın düzenliyor. fakat bu kez saldırı karşılıksız kalmıyor! mücadeleler tarihine stonewall kalkışması olarak geçen olay böyle başlıyor. bu hareketin ilk yıldönümü için düzenlenen gösteri onur yürüyüşü olarak adlandırılıyor. erkek egemen düzenin, suç saymaya, karanlığa, gizliliğe, utanca mahkum etmeye çalıştığı eşcinsel, biseksüel ve trans varoluşun onurla, gururla yaşanmasının adı bu. artık haziran ayı dünyanın her yerinde onur ayı. ama lgbti+’ların mücadelesi görünürlük ve meşruiyetle sınırlı değil. eşit, özgür, ücretli çalışma hakkı da bu mücadelenin önemli bir parçası.
sendikalar ve genel olarak emek hareketi, sanki bu insanlar emek gücünün parçası değilmiş gibi davranmaya devam etse de biliyoruz ki lgbti+ emekçiler var; onlar da geçinmek için emeklerini satmak zorunda. emek gücü içinde eşcinsellere ya da translara rastlamıyorsanız bunun sebebi ya kendilerini gizlemek zorunda kalmaları ya da kimsenin onları istihdam etmemesi.
bütün bunları pembe yaka inisiyatifi’nden seçin tuncel ile konuştuk.

pembe yakalı kavramını açıklar mısın?
Literatürde “pembe yakalı” kavramı, cisnormatif[1] sendikal sistem ve ikili cinsiyet rejimi[2] içerisinde genellikle sadece cis kadınları işaret eden bir tanımlamaydı. Ancak tıpkı “mizojeni” kavramının yalnızca kadınlara yönelen nefreti ifade etmekle sınırlı kalmayıp zamanla toplumsal cinsiyet temelli şiddetin farklı biçimlerini de kapsayacak şekilde genişlemesi gibi, “pembe yaka” kavramını da dönüştürmek gerekiyor. Kaos GL Sendika Çalışma Grubu da bu ihtiyacı fark ederek yalnızca cis kimlikleri değil, tüm cinsiyet kimliklerini ve yönelimleri kapsayacak şekilde hareket etmeye başladı. Çünkü bizi bir araya getiren; aynı iş kolunda olmak değil, ayrımcılıkla karşılaşma deneyimimiz ve eşitlik talebimizdir.
İş baş vurusunda eleniyorlar
eşcinseller, trans kadınlar ve trans erkekler istihdam sürecinde ve çalışma hayatında ne tür zorluklarla karşılaşıyor? trans kimlikler arasında farklılıklar var mı?
Evet, LGBTİ+’lar istihdam sürecinde ve iş yaşamında sistematik ayrımcılıkla karşılaşıyor. Trans kadınlar, trans erkekler ve eşcinsellerin yaşadıkları deneyimler örtüşse de, her grubun karşılaştığı özgün zorluklar bulunuyor. Kaos GL’nin Kadir Has Üniversitesi ile birlikte hazırladığı kamu ve özel sektör raporları bu tabloyu açık biçimde ortaya koyuyor.
Translar genel olarak daha işe başvuru aşamasında dahi elenebiliyor; görünürlükleri, kimlik belgelerindeki uyumsuzluklar ya da önyargılar nedeniyle iş görüşmelerine bile çağrılmayabiliyorlar. İşe alım süreçlerini aşabilenler ise işyerinde dışlanma, mobbing, kariyer engellemeleri ve açılma baskısıyla karşı karşıya kalıyor. Açılma[3] süreci kimi zaman sağlık sorunlarıyla da iç içe geçiyor; stres, kaygı bozukluğu ve kurumsal baskılar ciddi sonuçlara yol açabiliyor.
Eşcinseller içinse işyerinde var olmanın kendisi başlı başına bir mücadele. Heteronormatif ve cinsiyetçi iş kültürü, görünmezlik baskısı yaratıyor. Açılmak birçok kişi için hem işini hem de güvenliğini kaybetme riski anlamına geliyor.
lgbti+ emekçilerin sendikalara ilgisi ne düzeyde? sendikalar onların sorunlarını gündemlerine alıyor mu?
Ne yazık ki sendikaların LGBTİ+ emekçilere dair bütüncül ve kapsayıcı politikalar geliştirdiğini söylemek zor. Birçok sendika hâlâ ikili cinsiyet rejimine dayalı bir üyelik ve temsil anlayışıyla hareket ediyor. Oysa bugün ekolojik krizden kadın mücadelesine, gençlik hareketinden iklim adaletine kadar pek çok toplumsal mesele birbiriyle kesişiyor. LGBTİ+ emekçilerin sendikalara ilgisi ise var, fakat sendikaların bu ilgiyi karşılayacak duyarlılığa ve politika üretimine sahip olmaması birçok kişiyi uzaklaştırıyor. Bu da hem temsiliyet hem de hak savunusu açısından ciddi bir boşluk yaratıyor.
Güvencesiz kayıt dışı çalışma
iktidar, lgbti+ varoluşun kriminalize edildiği bir ortam oluşturuyor. bu ortam özellikle emeğiyle geçinmek zorunda olan lgbtİ+’lar açısından ne tür sonuçlar doğurur?
İktidarın LGBTİ+’ları hedef haline getiren söylem ve politikaları, doğrudan iş yaşamını da etkiliyor. Özellikle kayıt dışı çalışan, sosyal güvencesi olmayan ya da açılmamış olan bireyler için bu baskı ortamı hayati riskler barındırıyor. İşten atılma, mobbing, işe alınmama gibi süreçler daha görünmez ve yaygın hale geliyor. Ancak bütün bu baskılara rağmen yıllardır dayanışmayı büyütmeye çalışıyoruz ve yalnız olmadığımızı biliyoruz. Dayanışma yaşatır.
Herkesin eşit olduğu bir zeminde mücadele
sendikalardan ve genel olarak emek örgütlerinden talepleriniz nelerdir?
En temel talebimiz, sendikaların ve emek örgütlerinin cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim temelli ayrımcılığı doğrudan tanıması ve bununla mücadele edecek somut, kapsayıcı politikalar geliştirmesidir. Temsil mekanizmalarının çeşitlenmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği eğitiminin sendikalarda sistematik hale gelmesi, LGBTİ+ odaklı çalışma gruplarının desteklenmesi ve politika belgelerinde LGBTİ+ varoluşun yer alması bu yönde atılabilecek adımlardan sadece bazıları. Aynı zamanda sendikaların diğer toplumsal mücadelelerle kesişen bir perspektife sahip olması da çok önemli. Emek mücadelesi, ancak herkesin eşit olduğu bir zeminde güçlenebilir.
iktidarın gündeme getirdiği son yasa tasarısını nasıl değerlendiriyorsun?
“Türk Ceza Kanunu’nda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklif Taslağı” sadece LGBTİ+’lara yönelik değil; toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesi yürüten, eğitimde, sanatta, akademide, sokakta söz üreten herkese yönelik bir tehdit oluşturuyor. Yasa, LGBTİ+ varoluşunu kriminalize etmekle kalmıyor; bu varoluşu destekleyen, görünür kılan ya da sadece hakkında konuşan herkesi potansiyel suçlu haline getiriyor.
Bu yalnızca bir grubun hedef alınması değil; toplumu dönüştürmeye çalışan tüm muhalif, eşitlikçi seslerin susturulma girişimidir. Kadın hareketini, çocuk haklarını, gençlik örgütlerini, akademiyi ve sendikaları doğrudan etkileyen bu taslak, dayanışmayı suç haline getirmeye çalışıyor.
Emeğiyle geçinen LGBTİ+’lar açısından bu baskı ortamı, sadece işyerinde değil, yaşadığı her alanda kendini daha fazla gizlemeye zorlanmak, güvencesizlikle baş başa kalmak anlamına geliyor. Bu yüzden bu yasa taslağına karşı çıkmak, sadece LGBTİ+’ların değil, eşit ve özgür bir toplumda yaşamak isteyen herkesin meselesidir.
[1] herkesin doğduğunda ona atfedilen cinsiyette olduğunu ya da olması gerektiğini varsayarak transları dışlamak.
[2] cinsiyeti sadece kadın ve erkek olarak kabul eden ve bunun biyolojiye dayandığını varsayan düşünce sistemi.
[3] kişinin cinsel yönelimini veya cinsiyet kimliğini, uygun gördüğü kişilere kendi isteğiyle beyan etmesi.










