“Kendime “ evet ya, işte budur” diye başlayan mırıldanlanmalarım, kitabın sonuna kadar sürdü. Hani sadece feminist ortamlarda da değil ama kadın kadına oturup erkekliğe ve erkeklere öfkemizi dökerken saydırdıklarımız, hatta bazen o ortamda bile saydırmaya çekindiklerimizi dillendiriyor SCUM Manifesto.”

Yıllar önce okumuştum, geçen yıllar içinde feminist kavrayışım değiştiğinden mi yoksa erkek düşmanlığım arttığından mı ne, bu kez çok daha beğenerek ve hatta kuramsal arka planını çok daha güçlü hissederek okudum SCUM Manifesto’yu. Feminist bir de üstüne örgütlü sosyalist olmanın, küfürden, argodan azade steril bir dil gerektirdiğine fazlasıyla ikna olduğum yıllarda okumuş olmam sebebiyle belki de, sık sık irkildiğimi ve feminizmini yeterince ‘gerçekçi’ bulmadığımı hatırlıyorum. Güldünya Yayınları tarafından yapılan yeni baskıyı elime aldığımda ise neyle karşılaşacağımı bildiğimi zannederek başlayan okuma serüvenim, sıklıkla kendime, niye yıllar önceki okumamda SCUM Manifesto’nun derinliğini fark etmediğimi, sormamla devam etti. Acaba Valerie Solanas’ın erkeklerin onayını arayan “Babalarının Kızları” gibi ben de feminizmi, erkek sosyalist hareket için meşrulaştırmaya çalıştığım için mi irkilmiştim dilinden ve öfkesinden o zaman… Neticede Güldünya Yayınları hem ilk kez okuyacaklar hem de benim gibi yıllar önce okuyanlar için yeniden yayımladı Manifesto’yu ve feminizmimizi tartışmamızı mümkün kıldı.
SCUM Manifesto’nun hemen ilk sayfasındaki “Eril olmak kifayetsiz olmak, duygusal olarak sınırlı olmak demektir; erillik bir noksanlık hastalığı, eriller de duygusal sakatlardır” (sf 17) analizi ile kendi kendime “ evet ya, işte budur” diye başlayan mırıldanlanmalarım, kitabın sonuna kadar sürdü. Hani sadece feminist ortamlarda da değil ama kadın kadına oturup erkekliğe ve erkeklere öfkemizi dökerken saydırdıklarımız, hatta bazen o ortamda bile saydırmaya çekindiklerimizi dillendiriyor SCUM Manifesto. Adeta argosu yüksek bir bilinç yükseltme toplantısının notları gibi akıyor sayfalar boyunca erkeklik analizleri;
Her erkek derinden derine bir boka yaramadığını bilir. … “Birleşme”, “cinsel temas”, ilişkide bulunmak gibi terimleri tantanalı bir tavırla kullanır; halbuki eşeğe altın semer de vursan yine eşektir. (sf.22)
SCUM Manifesto “eril”in hayatın her alanındaki sorumluluklarını farklı başlıklarda ayrıntılandırarak sıralıyor: Savaş, para evlilik fuhuş, bir zihinsel hastalık olarak babalık, tecrit ve banliyöler, otorite, hükümet, cinselliğe dayalı ahlak, rekabet, toplumsal ve ekonomik sınıflar, büyük sanat vd.
SCUM Manifesto’yu okurken Valerie Solanas’ın feci halde biyolojik determinizmle malul analizlerindeki derinliğe duyduğum hayranlıkta, hiç kuşku yok ki metnin dilindeki alegori belirleyici. Erkek Doğrama Cemiyeti Manifestosu başlığıyla yazılmış olsa bile, bir örgüt kurma amacıyla kaleme alınmadığı belli olan Manifesto, politik bir deklarasyondan ziyade edebi bir yergi duygusu veriyor. Ancak kuşkusuz Valerie Solanas’ın [Ayşe Düzkan’ın kitabın önsözünde anlattığı] hayat hikâyesi düşünüldüğünde, erkek sistemde yaşadıklarının ağır gerçekliğini satırlarına yansıttığını unutmuyoruz.

Hayatın içinden patriyarkayı ifşa etmek
Valerie Solanas, SCUM Manifesto’yu 1967’de yazar ve ilk kez, -kendi deyimiyle kasıtlı olarak çarpıtılmış da olsa- 1968 yılında yayımlanır. İkinci dalga feminist hareketin yükseliş yıllarıdır ve aslında hareketin politik ve kuramsal altyapısını oluşturan bir dizi klasikleşmiş metin henüz yayımlanmamıştır. Juliet Mitchell’ın 1971’de yayımlanan Kadınlık Durumu kitabında, feminizm psikanaliz ilişkisini tartışıp Freud’un analizlerini de ele alıyordu. Valeri Solanas’ın içindeki öfke de çok belli ki derinlemesine analizlerinin önünü açmıştı ve şöyle demişti Freud’a göndermeyle: “… Başka bir deyişle kadınlarda penis haseti yoktur; erkeklerde kuku hasreti vardır.”
Yıllar boyunca feminist hareketin, kapitalizmin patriyarkayı ve bizzat tek tek erkekleri kadınlar karşısından ne kadar güçlendirdiği üzerine yaygın analizler yapmasından önce Valerie Solanas Manifesto’ya şöyle başlar:
Bu toplumda hayat, en iyi halinde bile can sıkıntısından ibaret olduğundan ve toplumun hiçbir tarafı kadınlara uygun olmadığından; uygar- kafalı, sorumlu, heyecan arayan dişilere, hükümeti yıkmak, para sistemini bertaraf etmek, her alanda otomasyonu kurumsallaştırmak ve eril cinsi yok etmekten başka çare kalmıyor. (sf17)
SCUM Manifesto hiç kuşku yok ki Valerie Solanas’ın yaşadığı hayatın içinden yaptığı eleştirilerle patriyarkayı her yönüyle ifşa ediyor; ABD orta sınıf hayatının simgesi banliyöleri de sanat, yaratıcılık, ideoloji üzerindeki erkek tahakkümünü de teşhir ediyor.
Erkek Doğrama Cemiyeti Manifestosu sıklıkla Valerie Solanas’ın Andy Warhol’u bıçaklamasının ardından akıl hastanesine kapatılmasıyla, içeriği boşaltılarak ve feminizm karşıtı erkek magazininin söylemiyle anılır. Oysa SCUM Manifesto Valerie Solanas’ın radikal ve yıkıcı iç dünyasının [kuramsal olarak ‘bir miktar’ sorunlu olsa da!] devrimci ifadesi:
SCUM sistemi imha etmek için vardır, onun içinde bazı haklar elde etmek için değil. Aynı zamanda, SCUM; her zaman gizli, kaçak ve kapalı olacaktır. Gerek imha gerekse öldürmeler seçici ve ayrımcı olacaktır. (sf69)
SCUM Manifesto’yu okuyup bitirmek şu sömürü, erkek ve devlet şiddeti dolu dünyada bir nebze olsun ferahlamayı sağlıyor, Valerie Solanas’ın akan cümlelerinde içimizdeki öfkeyi boşaltıyoruz. SCUM Manifesto’yu muhteşem bir çeviriyle bize aktaran Ayşe Düzkan’ın önsözde dediği gibi:
buna ne çok ihtiyacımız var; kendimizden utanmadan, öfkemizi karşılayacaklardan korkmadan, çıplak, derin ve ateşli bir öfkeyle sarsılmak. bize ve başkalarına haksızlık edenlere karşı, bizi ve başkalarını incitenlere kaşı sadece sabırla değil öfkeyle de karşı durmak. (sf15)

SCUM Manifesto Güldünya Yayınları Çev. Ayşe Düzkan










