Türk Tabipler Birliği (TTB) “Türkiye’de sağlık sisteminin çöktüğü” tespitiyle şubat ayının başında “Başka Bir Sağlık Sistemi, Başka Bir Hekimlik Ortamı Mücadele Programı”nı başlattı. Programın bir ayağı olarak İstanbul’dan Ankara’ya Beyaz Yürüyüş gerçekleştirildi. TTB Merkez Konseyi üyesi Ayşegül Ateş Tarla ve TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu Yürütme Kurulu üyesi Jini Güneş Keskin ile “başka bir sağlık sisteminde” kadınlar için nelerin değişmesi gerektiğini konuştuk.
Başka bir sağlık sistemi mümkün: “Kadını görmeyen” sağlık politikaları değişmeli

TTB 14 Mart Tıp Bayramı’na kadar devam edecek olan bu kampanyada başka bir sağlık sisteminin mümkün ve gerekli olduğunu anlatıyor. TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolunda bir araya gelen kadın hekimler ise sağlıkta kadınlar için nelerin değişmesi gerektiğini dile getiriyor.
Kaleme aldıkları “Kadın hekimim” diyerek başlayan bildirilerinde önemli talepleri var.
Tüm bunları TTB Merkez Konseyi üyesi Ayşegül Ateş Tarla ve Mersin Tabip Odası üyesi ve TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu Yürütme Kurulu üyesi Jini Güneş Keskin ile konuştuk.
Beyaz Yürüyüşün Ankara buluşması ile sona ermesinin hemen ardından konuştuğumuz Tarla, yürüyüşün birçok durağında kadın çalışanların görünmezliğini dile getirdiklerini aktarıyor. “Sağlık alanında kadın sağlık çalışanları çok” diyor. Sağlık çalışanlarının yüzde 70’ini kadınların oluşturduğunu, hekimlerin yüzde 40’ının kadın hekimlerden oluştuğunu aktarıyor. Buna karşın yönetim kadrolarındaki kadınlarının oranının yüzde 10-20’yi geçmemesinin kabul edilemez olduğunu vurguluyor. “Başhekimliklerin, sağlık müdürlüklerinin ve idari kadroda olan birçok birimin yüzde 87 -90 oranında erkekler olduğunu biliyoruz” diyor.

“Kazanılmış haklar sorgulanıyor”
Jini Güneş Keskin’e göre de bu durum hem çalışma alanlarının hem iş işleyişinin düzenlenmesinde kadın çalışanların ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak planlama yapılmasının önünde önemli bir engel teşkil ediyor. Toplumsal cinsiyete duyarlı, cinsiyetçi yaklaşım, davranış ve dilden arınmış sağlık ortamları yaratılmasına olanak vermiyor.
“Kadın Hekimim” diye başlayan bildiride de idari görevlerde kadın çalışanların önünün açılması ve desteklenmesi talep ediliyor. Cinsiyet kotasının tüm alanlarda uygulanmasının “kadını görmeyen” sağlık politikalarını engellemek için gerekli olduğu ifade ediliyor.
Tarla ve Keskin’e bugün geçerli olan sağlık sisteminin hangi noktalarda kadını görmediğini sorduk.
Tarla buna çokça örnekler verdi. Kendisi sağlık alanında gelinen yeri “kazanılmış olan hakların sorgulandığı” ve “sağlığa ulaşılamayan” bir dönem olarak tanımlıyor. Örnek olarak kürtajın yasal olmasına rağmen fiilen uygulanmamasını veriyor ve “Bu mevcut iktidarın bir müdahalesidir” diyor.
Gebelik önleyici materyallerin aile sağlığı merkezlerinde olmamasının da kadınların sağlıklı bir şekilde bu hizmete ulaşmasını engellediğini ve sağlık hakkını ihlal ettiğini söylüyor.
“Yine 137 ülkede ücretsiz bir şekilde yapılan HPV aşısının yapılamıyor olması da önlenebilir servis kanserinin önlenememesine ve kadınların önlenebilir bir hastalıktan ölmesine sebep olmaktadır” diyor.
Keskin de bu sorunları ve benzerlerini dile getiriyor. Kadını “aile”ye hapsetme çabasında olan, özellikle yaşlanan nüfusla birlikte devletin karşılayamadığı ‘bakım emeğini’ kadınlara yüklemeye çalışan politikalar uygulandığının altını çizdikten sonra, sağlık alanında kadınlar için var olan problemleri özetliyor.
Kadınlar en çok koruyucu sağlık hizmetlerinden yararlanıyordu
Keskin’e göre Sağlıkta Dönüşüm Projesi’yle sağlığın metalaştırılması kadınların kolaylıkla ulaşabildiği ve en çok yararlandığı koruyucu sağlık hizmetlerinin ikincilleştirilmesine yol açtı. Ve bunun kendisi kadınların sağlığa erişiminin önündeki bir engel haline geldi.
“Devletin özelleştirmelerle sağlık hizmet sunumundan çekilmesi ya da kısıtlaması; yoksulluk, ırk, sınıf, cinsiyet kimliği, cinsel yönelim, göçmenlik ve engellilik gibi eşitsizlikleri de derinleştiriyor” diyor Keskin.

Cinsel sağlık ve üreme sağlığı haklarımız var
Üreme sağlığı ya da “nüfus politikaları” başlığı altında açabileceğimiz konuda ise bir sorunlar yumağı yaşandığını anlatıyor her iki kadın hekim de.
Keskin “Kadınların bedenleri ve yaşamları üzerinden nüfus politikaları yürütüldüğünü ve biz sağlık çalışanlarının bu politikaları hayata geçirmek için araçsallaştırıldığını deneyimliyoruz” diyor.
“Doğurganlıkla ilgili politikaların, iktidardaki siyasi ideolojilere, ekonomi ve işgücü piyasasının ihtiyacına göre nüfusu sınırlandırmak ya da arttırmak için farklılaşabildiğini biliyoruz” diye belirtiyor. Üreme sağlığı kavramının kadınların çocuk sahibi olmama hakları olduğu kadar çocuk sahibi olma ve çocukları güvenli ve sağlıklı şekilde yetiştirme hakları olduğunu da vurguladığının altını çiziyor.
Peki Türkiye’deki mevcut sağlık sisteminde kadınlar bu haklarını gereği gibi kullanabiliyorlar mı?
Hali hazırda cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmetlerinin ücretsiz verilmesi ve kamu hastanelerinde 10 haftaya kadar kürtaj (isteğe bağlı düşük) uygulanması ile ilgili bir yasak yok. Ancak Keskin’e göre siyasal ve sosyal alanda özellikle 2012’den sonra giderek artan muhafazakâr söylemler ve bu hizmetin sunumu ile yükümlü sağlık çalışanları üzerindeki baskı ve özerklik kaybı nedeniyle pratikte bu hizmetler eşit ve adil yararlanılabilir olmaktan uzak.
Keskin 2003’te başlayan sağlıkta dönüşüm programı ile Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Merkezlerinin sayılarının azaldığını aktarıyor. Bunun özellikle kırsal kesimlerde pek çok kadının gebeliği önleme hizmetlerine erişememesine neden olduğunu belirtiyor. Şunları aktarıyor:
“Yine sağlıkta dönüşüm programı ile başlayan performans sisteminde aile hekimliklerinde kayıtlı olan hamile kadınları ve yeni doğan bebekleri izleme ve takip etme işlemleri yerine getirilmez ise negatif performans (ceza kesintisi) uygulanıyor. Buna karşılık 15-49 yaş arası kadınların sağlık izlemi ve aile planlaması, rahim içi araç uygulanması performans kapsamına alınmıyor. Uzun zamandır devlet tarafından ücretsiz verilmesi gereken kontraseptif yöntemler gerek aile sağlığı merkezlerinde gerekse kamu hastanelerinde temin edilemiyor. Kadınlar ancak ücret karşılığında bu yöntemlere ulaşabiliyor. Bu durum pratikte sağlık çalışanlarının, ücret kesintisi yaşamamak için önceliği gebe ve yeni doğan takibine vermesi, gelir getirmeyen üreme sağlığı hizmetlerine zaman ayırmaması ile sonuçlanıyor. Tüm bu durumlar istenmeyen gebeliklerde ve kürtaj talebinde artışa neden oluyor.”
Kürtajın yasak olduğu dönemdeki ölümler
Kürtaja ilişkin olarak, kanun ile yasaklama yapılmamış olsa da uygulanamaz hale geldiğini söylüyor Keskin. Performans puanı oldukça düşük olduğu için, fişlenme korkusu yarattığı için ve mesleki sorumluluk sigortası kapsamına alınmadığı için hekimler tarafından tercih edilmediğini anlatıyor. Hekimler için kürtaj konusunda gündeme getirilen ‘vicdani red hakkı’nın bunu kolaylaştırdığını belirtiyor. “Yani yasal ama uygulanamaz hale geliyor” diyor.
Keskin ayrıca kontraseptif (gebeliği önleyici) yöntemleri kullanma sorumluluğunun kadınlara yüklendiğini, yine kadınların istenmeyen gebelikleri sona erdirmenin tüm bedelini ödemek zorunda bırakıldıklarını aktarıyor. Gözlemlerine göre bu durum en çok yoksul kadınların hayatını etkiliyor. İstenmeyen gebelikleri sonlandırmak için sağlıksız koşullarda yapılan uygulamalara başvurmak anne sağlığını, hatta hayatını tehdit eden durumlara yol açıyor.
Oysa geçmişte Türkiye’de bu konularda önemli mesafeler alınmış olduğunu anlatıyor:
“Biz biliyoruz ki Türkiye’de kürtajın yasak olduğu dönemde anne ölümlerinin yüzde 50’den fazlası güvenli olmayan yollarla yapılan düşükler sebebiyle iken, kürtajın yasallaşmasından sonra anne ölüm hızı 6 kat, gebeliği önleyici yöntemlere ulaşımın artması sonrası isteğe bağlı düşük (kürtaj) hızı 3 kat azaldı.”
Türkiye’de, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri uygulanan kürtaj üzerindeki yasal kısıtlama, 1983 yılında yürürlüğe giren 2827 No’lu Nüfus Planlaması Yasası ile kaldırıldı.
1970’lerde yapılan araştırmalara göre yılda yaklaşık 400 bin kadın isteyerek düşük yapıyordu. Ve bu kadınların 50 bininin düşüğü kendi yöntemleri ile yaptığı ortaya çıkmıştı. Yapılan bir araştırmada anne ölümlerinin içinde yasa dışı kürtaja bağlı ölüm payı yüzde 53 olarak bulunmuştu.
Kadınlara ait hastalıklar meslek hastalığı olarak tespit edilemiyor
Sağlık sisteminin kadını görmeyen bir alanı da işçi sağlığı ve iş güvenliği alanı. Kadınların ve erkeklerin işyerinde, evde ve toplumsal yaşamda karşılaştıkları hastalıklar, riskler birbirinden farklı olmasına rağmen, geleneksel işçi sağlığı ve iş güvenliği anlayışı bu farklılıkları görmezden geliyor. Kadınların hastalıkları onların bilgisizliğine ya da hormonal yapıları gibi nedenlere bağlanıyor ve kadınlara ait hastalıklar meslek hastalığı olarak tespit edilemiyor. İşyerlerinde kadın işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından sorunlu olan konulardan biri de ekipmanların kadınları değil de erkekleri ölçü alarak üretilmesi. Makineler, kişisel koruyucu ekipmanlar, maskeler, önlükler, baretler, tulumlar, gözlükler, koruyucu eldivenler, erkek vücut ölçülerine göre düzenleniyor. Uygun olmayan iş ekipmanı, erkekler için ayarlanmış makine ve tezgâhlar ve aletler, kadınlar açısından, meslek hastalığı kabul edilmesi gereken fibromiyalji gibi hastalıkların artan sıklığına yol açıyor ve iş kazasına uğrama riskini artırıyor.
“Maliyetli denilmeden HPV aşısı programlara dahil edilmeli”
Ayşegül Ateş Tarla gibi Jini Güneş Keskin’e göre de HPV aşısının aşı programlarına dahil edilmemesi sağlık sisteminin “kadını görmeyen” önemli bir diğer nokta.
Keskin kadınlar açısından görülme sıklığı bu kadar yüksek olan bir hastalıkta ve insan hayatı söz konusuyken maliyet kaygıları ile bu aşının programa alınmamasının kabul edilemeyeceğini vurguluyor. Bu konunun önemini şöyle açıyor:
Human papilloma virüsü (HPV), cilt veya mukozada bulunan hücreleri enfekte eden bir virüstür. Sık karşılaşılan ve cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyondur. HPV’nin çeşitli tipleri rahim ağzı (serviks), genital, anal, penil kanserler, baş boyun kanserleri ve genital siğillere yol açmaktadır. Rahim ağzı kanseri, 2018 GLOBOCAN verilerine göre dünya genelinde kadınlar arasında dördüncü en yaygın kanser türü olarak karşımıza çıkmaktadır. HPV enfeksiyonunun, her yıl yaklaşık olarak çeyrek milyon kadının serviks kanseri nedeniyle ölümünden sorumlu olduğu belirlenmiştir. HPV ile ilişkili hastalıkların kesin bir tedavisi olmadığı için, hastalıklarla mücadelede virüs bulaşının önlenmesi ve bağışıklama en etkin yöntemlerdir. HPV aşısı ile HPV nedenli kanserler önlenebilir hastalıklar haline gelmiştir. Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), HPV aşısının ülkelerin ulusal aşı programında yer almasını önermektedir.
Kadınların yaklaşık yüzde 70’inin hayatlarının bir döneminde HPV ile en az bir kez karşılaştığı tahmin edilmektedir. Bir kişide yeterli bağışık yanıt oluşması için gerekli HPV aşı dozları toplam fiyatı asgari ücret ile yarışır durumdadır. Görülme sıklığı bu kadar yüksek olan bir hastalıkta, maliyetin yüksek olması aşı programına alınmama nedeni gibi duruyor. Ancak bizler, insan hayatı söz konusu olduğunda sağlıkta tasarruf yapılmamasının gerekliliğini savunuyoruz.”

Her iki ebeveyn için devredilemez ücretli ebeveynlik izni
“Kadın hekimim” diye söze başlayan bildiride başka önemli talepler de var.
Hem anne hem baba için en az 6 ay devredilemez ücretli ebeveynlik izni talep ediyorlar.
Her iki ebeveyn için ücretli ebeveynlik izninin Norveç, Litvanya gibi çeşitli Avrupa ülkeleri, Kanada ve Japonya’da uygulanmakta olduğunu aktarıyor ve toplumsal cinsiyet eşitliği için oldukça önemli bir adım olduğunu söylüyorlar.
Keskin, bebek gelişiminde kritik önem taşıyan ve bağlanma evresini yaşadığı ilk 6 ayda her iki ebeveynin de bakım veren olmasının bebek için de çok daha sağlıklı olduğunu vurguluyor ve ekliyor:
“Ebeveynlerin her ikisinin de ücretli veya ücretsiz izin aldığı durumlarda kadınların iş yaşamında ebeveynlik izni nedeniyle yaşadığı eşitsizlik ortadan kalkmakta ve kadınlar iş hayatına daha kolay geri dönebilmekte ve dezavantaj yaşamamaktadır. İsveç’te yapılan bir çalışmada erkeklere de ebeveynlik izni verilen durumlarda kadınların maaşlarında yüzde 7 oranında artış olduğu gösterilmiştir. Ayrıca her iki ebeveyn tarafından bakım verilmesi nedeniyle hem eviçi emek hem de bakım emeği tamamen kadınların üstüne kalmamakta, bunun sonucu olarak da kadınların kendi bedenleri ve sağlıkları ile ilgilenebilme şansı olmaktadır.”
“6284 etkin uygulansın”
Bildiride İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararının iptal edilmesini ve 6284 sayılı yasanın etkin uygulanmasını ve tüm sağlık çalışanlarına, kadına yönelik şiddete, toplumsal cinsiyete duyarlı yaklaşım ile psikolojik ilk yardım eğitimi kampanyası yapılmasını da talep ediyorlar.
Tarla ve Keskin’e kadına yönelik şiddet vakalarının sağlık çalışanları ve özel olarak kadın hekimlere yansımasının nasıl olduğunu da sorduk.
Sağlık çalışanı kadınların da bir yandan sağlık alanında ‘’kadın cinayetleri bir halk sağlığı sorunudur’’ diyerek mücadele verirken, yaşatmak için çalışırken, diğer yandan işyerlerinde, evlerinde, sokakta, araçlarının içinde öldürülüyor olduklarını hatırlattılar.
Keskin şunları ekledi: “Tüm bunlar olurken, siyasi iktidar ‘kutsal aile’ politikalarını sürdürüyor. Kadınlar hane içinde, en çok da koca, sevgili, eski koca ya da babaları gibi en yakınındakiler tarafından öldürülürken, aileyi koruma odaklı politikalar kadınların eşitliğinin, daha da önemlisi yaşam haklarının önüne bir engel daha koymaktadır. Erkeğin ‘reis’ olduğu ailenin korunmasını, kadınların korunmasının önüne koymaktadır.”
Keskin’e göre kadınların yerinin evi olduğunu sürekli yineleyen, 3-5 çocuk yapmasını salık veren, aileyi kutsayan politikaları ile kadınların bedenleri ve hayatları ile ilgili kararlarını denetim altına almaya çalışan ve bu nedenle kadın mücadelelerini hedef haline getirerek her fırsatta mücadeleyle elde ettikleri kazanımları yok etmeye çalışan siyasal iktidar bu şekilde kadına yönelik şiddetin artmasına güç veriyor.
Yine ayrıca sağlık alanında iyi hekimlik uygulamalarını tahakküm altına alan politikalar uygulandığını ve bunun kadınların ve LGBTİ+’ların sağlığa erişiminde yaşanan eşitsizlikleri ve ayrımcılığı daha da derinleştirdiğini de söylüyor Keskin.
TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu
TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu örgütlenmesi kadın hekimlerin hem sağlık hizmeti veren hem de sağlık hizmeti alan kadınların sorunlarını açığa çıkarıp çözmek için birlikte mücadele ettikleri önemli alanlar olmuş. Ancak hem merkezde hem de illerde örgütlenen bu yapıda önemli birikimler sağlanmış olsa da sorunlarla da karşılaşabiliyorlar.
Keskin bu sene yaşanan bir örneği veriyor: “Biz kadın hekimler mücadele ettiğimiz alanlarda, kırmış olduğumuzu düşündüğümüz cinsiyetçi dil ve engellerle yeniden karşılaşmaya başladık. Örneğin meslek örgütümüzün toplumsal cinsiyet eşitliği tutum belgesi olmasına rağmen bu yıl içerisinde Antalya Tabip Odamızın, üyesi olan kadın hekimlerin iradesini yok sayan bir biçimde kadın hekimlik ve kadın sağlığı komisyonunu kapatma kararı ile mücadele etmek durumunda kaldık. Yine kongrelerimizde eril dil ve yaklaşımların giderek arttığına tanıklık ediyoruz.”

TTB ‘Başka bir Sağlık Sistemi’ kurulması gerektiğini savunuyor
Türk Tabipler Birliği “Başka Bir Sağlık Sistemi Başka Bir Hekimlik Ortamı” mücadele programı ile Türkiye’de çöktüğünü tespit ettikleri sağlık sistemi yerine başka bir sağlık sistemi kurmayı öneriyor.
Bunu yaparken aylardır kamuoyunda “Yenidoğan Çetesi” olarak adlandırılarak konuşulan olayı ele alıyorlar. Bunu “Toplum vicdanında derin yaralar açan, hekimlere ve sağlık çalışanlarına güveni sarsan Cumhuriyet tarihinin bu en büyük, en vahim sağlık skandalı” olarak nitelerken olayın bazı vicdan ve ahlak yoksunu sağlık çalışanlarının, hastane yöneticilerinin suça karışmasından ibaret olmadığının altını çiziyorlar.
“Bu davada mahkeme salonunda yargılanan aslında ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’dır” diyorlar.
Kamucu-toplumcu, başka bir sağlık sistemi kurmak için;
- Sağlıkta özelleştirmeye derhal son verilmesini,
- SGK’nın özelden hizmet almayı durdurmasını,
- Sağlık için oluşturulan bütün kamusal kaynakların kamu sağlık örgütlenmesi için kullanılmasını,
- Bütüncül olarak yeniden organize edilecek birinci basamak sağlık hizmetlerini ve sevk zincirini,
- Hekimler için performansa göre değil emekliliğe yansıyacak maaş düzenlemesini,
- Sağlıkta kışkırtılmış talebe engel olunmasını ve hekimlerine hastalara yeterli süre ayırabilmesini savunuyorlar.
Bu adımlarla başlatılacak kamucu-toplumcu bir sağlık sistemi ile bugünkünden çok daha iyi, çok daha nitelikli sağlık hizmeti sunmanın mümkün olacağını ve Türkiye’nin maddi kaynakları ve sağlık insan gücünün böyle bir sistemi kurmaya yeterli olduğunu söylüyorlar.
Ana Fotoğraf: TTB Kadın X










