Skip to main contentSkip to footer

12 Eylül’ü sizler yaşatıyorsunuz

“12 Eylül darbesi, Türkiye tarihinde demokrasiye, hukuka ve toplumsal barışa yapılmış büyük bir ihanettir” demiş Numan Kurtulmuş. İşçilerin, kadınların, LGBTİ+’ların, Kürtlerin, emekçilerin, Alevilerin, çocukların haklarını biçe biçe emperyalistlere, sermayeye borcunu ödeyerek iktidarını sürdüren partinin değil de, demokrasi mücadelesi veren bir partinin demokrasi âşığı üyesi konuşmuş zannedersiniz. Oysa Kurtulmuş’un siyasi geleneğinin palazlanmasının en temel kaynaklarından biri 12 Eylül cuntası

Sözümüz Var

12 Eylül faşist askeri cuntanın yıl dönümünde TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş X hesabından şu mesajı yayımlamış:

“12 Eylül darbesi, Türkiye tarihinde demokrasiye, hukuka ve toplumsal barışa yapılmış büyük bir ihanettir. Bu karanlık dönem, sayısız ailenin acı çekmesine, gençlerin heba olmasına ve değerli hayatların zindanlara, darağaçlarına mahkûm edilmesine neden olmuştur.”

Yirmi üç yıldır iktidarda olan, işçilerin, kadınların, LGBTİ+’ların, Kürtlerin, emekçilerin, Alevilerin, çocukların haklarını biçe biçe emperyalistlere, sermayeye borcunu ödeyerek iktidarını sürdüren partinin değil de, demokrasi mücadelesi veren, ezilenlerin ve sömürülenlerin hakkını, hukukunu savunan bir partinin demokrasi âşığı üyesi konuşmuş zannedersiniz.

AKP ve onun tayfasının yaptığı en iyi şey manipülasyon. Kurtulmuş’un içinden geldiği siyasi geleneğin palazlanmasının en temel kaynaklarından biri 12 Eylül faşist askeri cunta. Böyle değilmiş, patronlar, işçilerin örgütlülüğü karşısında ürkmemiş, işçilerin haklarına sahip çıkmasından, örgütlü mücadelesinden kaygı duymamış gibi yaptığı açıklama AKP’nin 23 yıllık patronlar sınıfı yanlısı tutumunu göz ardı etmeye yetecek sanıyor.

12 Eylül faşist askeri cunta ile sermaye lehine hazırlanan ve ülkenin ekonomi politikalarında yapısal bir dönüşüme neden olan 24 Ocak kararları işçi düşmanı Turgut Özal ve Süleyman Demirel üzerinden hayata geçirildi. 24 Ocak kararlarını hayata geçirmek için halk yoksullaştırıldı. Yüzde 48 oranında devalüasyon halka ödettirilen bedelin somut haliydi.

Refah düzeyi dramatik biçimde düşürülen çalışanlar için “Benim memurum işini bilir” denerek toplum rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık yoluyla ahlaki çöküntüye bilerek sürüklendi. Ülkede ‘işini yapabilmek’ için her dönem Ankara’da bir ‘dayının’ olması kuralı vardı ama 12 Eylül ile bu daha güçlendi. Özal ve onun gibi ‘işini bilen’ yeni sermaye grupları oluştu. Tıpkı bugün AKP’de olduğu gibi.

Kurtulmuş, 12 Eylül faşist askeri cuntasını güya lanetlerken azıcık aklı ve yakın tarih Türkiye bilgisi olanlara kendilerine 12 Eylül tarafından gelişme ortamı sunulduğu, beslendikleri kanalın parçası ve devamcısı olduklarını hatırlatmış oldu.

12 Eylülcü demokratikler

Kurtulmuş açıklamasının ikinci bölümünü AKP ve Erdoğan’ın temennisine ayırmış. “Bugün en önemli ihtiyaç, toplumu kucaklayan, özgürlükçü ve sivil bir yeni anayasa hazırlamaktır.”

Daha dün ana muhalefet partisi CHP’nin – ki en son seçimlerde ülkenin birinci partisiydi- İstanbul İl Binası önüne polis yığarak kayyum atamaya çalışan AKP’nin toplumu nasıl kucakladığını hep birlikte gördük. Erdoğan için bir tramvay olan demokrasi ile AKP’nin ayrı istikametlerde yol aldıklarına günbegün tanıklık ediyoruz.

12 Eylül Anayasası sayesinde iktidarını güçlendiren AKP’nin ihtiyacı olan yeni anayasanın 12 Eylül anayasasının çok gerisinde olduğu açık. AKP’nin yazacağı anayasa olsa olsa diktatörlüğü ve faşizmi yerleştirmeyi amaçlayan anayasa olacaktır. Ev baskınlarının durmadığı, siyasilerin ya hapishanelere ya da yurtdışına yollandığı, hukukun siyaseti dizayn etmek için kullanıldığı, adli kontrol ile on binlerce insanın özgürlüğünün elinden alındığı, yüz binlerce insanın haksız yere tutuklanıp ceza aldığı, müjde niyetine yeni cezaevlerinin yapıldığının açıklandığı, çok büyük adliye binaları ile övünüldüğü, cumhurbaşkanına hakaret davalarının on binleri aştığı ülkede hangi özgürlükçü Anayasadan bahsediyor Numan Kurtulmuş?

12 Eylül’de direnen kadınlar

12 Eylül’ün yıldönümünde halk düşmanı partiler ve onun sözcülerine laf yetiştirmek çok can sıkıcı. Ama yeri gelince taşı gediğinden esirgememek lazım.

Bu can sıkıcı gelişmeler bir yana, 12 Eylül denince aklıma ilk olarak direnen kadınlar geliyor. Çok yakın tarihlere dek 12 Eylül zulmünü de, direnişini de erkeklerden dinliyorduk, okuyorduk. En çok erkekler anlatıyor, yazıyordu. Dikkat etmişsinizdir erkekler askerlik ve hapishane anılarını anlatmaya doymuyor. Liderinden sıradan parti üyesine dek. Oysa çok büyük eylemlerde ve direnişlerde, uzun yıllar hapis yatmış, öncü kadınların derin sessizliği oldu. Sanki Eşittik, 1960 ve 1970’li yıllarda devrimci mücadelenin feminist sorgusu[1] adlı kitabım için çok sayıda kadınla görüşme fırsatım olmuştu. Bu sessizliğin nedenlerinden biri birçok bilginin açığa çıkmasını istememeleri… Hâlâ benzer ve aynı mücadele araçları ve yöntemlerinin devam ediyor olması. Ve en önemlisi ilkesel bir duruş sergiliyor olmaları. İlkesel duruş, günlük hayatta da çok ihtiyaç duyduğumuz ve saygıyı hak eden önemli bir kural. İktidarlar toplumu yozlaştırırken bundan devrimcilerin de kendilerini koruyabilmesi gerekiyor. Bunu olabildiğince başarmak paha biçilmez bir değer.

Kadınların 12 Eylül zindanlarında Diyarbakır, Mamak ve bulundukları tüm cezaevlerinde erkeklerden daha çok direndikleri nihayet yazılı kaynaklara yansıdı. Erkekler anlatmasa da kadınlar geç de olsa anlatmaya başladı. Mamak Cezaevinde yatan kadınların Kaktüsler Susuz da Yaşar[2] derlemesi bu yazının güzel örneklerinden biri.

Sadece 12 Eylül sonrası cezaevlerinde direnmekle sınırlı değil kadınların direnişleri, mücadeleleri. 12 Eylül öncesi örgütlü mücadelede yer almaları, mücadeleye yön veren pratikleri, bilgileri, gözü karalıkları… Fabrikalardaki direnişlerde yer almaları…

Ve elbette en görünmeyen alan olan cunta sonrası hayatta tutunmaya çalışmaları, örgütlerle yaşadıkları sorunlar, aileleri ile ilişkileri, evlilikler…

Bu konular parça parça bizlerin yaptığı kitaplarda yer aldı, gün yüzüne çıktı ama daha derinlemesine ele alınacak çokça şey var.

Türkiye’de feminist hareketin 1980 sonrasında daha somut şekillenip gelişmeye başlaması, kadınların feminizmi kucaklaması bu açılardan da çok önemli şeyler söylüyor.

Müslüman kadınların da kendi siyasi ideolojileri ve partileri, erkekleri ve aileleri ile açıktan ve güçlü şekilde yüzleşmesi için daha neye ihtiyaçları var? Oradan güçlü bir feminist damar çıkar mı? Hep beraber göreceğiz. Eğer böyle bir siyasi hat oluşursa Kurtulmuşgillerin sesi bu kadar gür ve rahat çıkamayacaktır. Bu, özgürlük ve demokrasi mücadelesi için katkı sunacak.

45. yılında da faşist askeri cuntaya direnen, bedel ödeyen başta kadınlar olmak üzere herkese saygıyla.


[1] Sanki Eşittik, 1960 ve 1970’li yıllarda devrimci mücadelenin feminist sorgusu, Gülfer Akkaya, Kumbara Sanat Atölyesi ve Toplumsal Daya, İstanbul, 2011
[2] Kaktüsler Susuz da Yaşar, Kolektif, Dipnot Yayınları, Ankara, 2020

Fotoğraf: Birgün

Yazarın Diğer Yazıları

İlginizi Çekebilir

Son Yazılar